Türkiye’nin en çok takip edilen ve en sevilen İlahiyatçısı İhsan Eliaçık hoca, Kurani Hayat Dergisi’ne verdiği röportajda, ülkemizde adalet kavramının yerinde kullanılmadığını belirterek, Adalet Bakanlığı kavramının değiştirilmesi gerektiğini söyledi. Adalet yerine Ceza İşleri ya da Hukuk Bakanlığı tabirlerinin kullanılmasının çok daha yerinde olacağını belirten Eliaçık hoca, ” Bana göre devlet, adalet devleti olur. Bu İslam kültüründe de vardır. “Adalet mülkün temelidir” sözü ile aslında Hz. Ömer şunu söyler: ”Adalet, iktidarın ve servetin temelidir. Servet ve iktidar (mülk) adilce dağıtılmalıdır. Servet ve iktidar bir kişi veya grup elinde kenz ve temerküz etmemelidir. Bunun, herkese adil bir şekilde dağıtılması gerekir. Gerçek adalet budur, devletin varlık sebebi de bundan ibarettir.” Devletin kendisi zaten adaletli olmak durumundadır. Bana göre devletin, adaletten başka bir varlık gerekçesi de yoktur. Eğer halk kendi kendine adaleti sağlayabilse, devlete de gerek yoktur. İslam kültüründe de bu savunulmuştur. “Adalet Devleti” adlı kitabımda bunları uzunca ele aldım. Eğer halk kendi kendine adaleti sağlayabilse devlet denen kuruma da, imama da, halifeye de gerek yoktur. Fakat bu sosyolojik bir vakıa olduğu için, insanlık tarihinde, insanların olduğu yerde daima bir otorite ve devlet var olduğu için, devlete bir gerekçe vazetmek gerekmiştir. Bu gerekçe adalet ile temellendirilmiştir. Ne zaman ki devlet, adaletle hüküm vermekten ve adalet uygulamalarından uzaklaşırsa meşruiyetini kaybeder ve halka da ayaklanma hakkı doğar” dedi.
“İŞİN KÖKENİNE İNMEK GEREKİYOR”
Kur’an’da gerek Âdem kıssasında, gerekse Habil, Kabil kıssasında mülk konusunun ayrıntısıyla ele alındığını vurgulayan Eliaçık hoca şunları dile getirdi: ” Tâhâ Sûresi’nin 120. âyetinde geçen “ve mülkün la yebla” ifadesi, “servet toplamak, yıkılmayacak bir mülke” kavuşmak anlamına gelir. Şeytan, Âdem’i mülkiyet stoklamakla kandırdı. Kabil’in Habil’i öldürme zemininde yatan da bu sahip olma duygusuydu. Mülkiyet nasıl ortaya çıkmıştır? Bunun kaynağını konuşmazsak, servetin hukuk ve adaletle olan ilişkisini tam anlayamamış oluruz. Benim görüşüme göre servetin kökeninde “zor” vardır. Önce İnsanlar tek bir ümmetti ve yeryüzünde Allah’ın mülkü vardı. Daha sonra insanlardan bazıları Allah’ın mülkünde sağa sola sınır çizmeye, çit çevirmeye, “buralar benim” demeye başladı. Bunun kökeninde yatan şey “zor”du. Bu duruma itiraz edenler oldu. Dediler ki: Hayır, senin değil, bu alandan biz de yararlanacağız. Zor kullananlar da “hayır, buralar yalnızca benim, itirazı olan varsa çıksın” dedi. Kılıcını çekerek, zorla sahip oldu. Buna da mülkiyet dendi. Daha sonra mülk sahibi olduğunu iddia edenler, bunun etrafına görevliler tayin etti. Önce bekçi yerleştirdi. Buna ordu dendi. Sonra, o alanın hesabını tutacak görevliler belirdi. Buna da devlet dendi. Dolayısıyla devlet, mülk sahiplerinin hesabını tutan kurumdur. Ordu da mülk ve servet sahiplerinin malını koruyan silahlı güçtür. Hukuk dediğimiz de bunların malını, mülkünü korumaya yarayacak kanunlardır. Servetle hukuk arasında böyle bir ilişki vardır. Dolayısıyla işin kökenine indiğimizde görüyoruz ki servet dağılımıdır asıl adaletsizliğe sebep olan, bu dağılımdaki eşitsizliktir. Birinde fazla olması, diğerinde hiç olmamasıdır. Biri açken, öbürünün tok olmasıdır. Mülk konusundaki adaletsizliktir asıl sorun. Hukuk da aslında bu adaletsizlikleri korumak için oluşturulmuş kanunlar manzumesidir. Mahkemeler bunu icra eder, devlet bunu korur ve kollar. Eşitsizliğin ortadan kalkması için işin kökenine inerek, öncelikli olarak mülkiyet dağılımı ve servet ilişkilerinin düzenlenmesi gerekir.”