DOLAR

34,5171$% 0.07

EURO

36,4096% 0.12

STERLİN

43,6483£% 0.19

GRAM ALTIN

2.849,15%0,44

ONS

2.571,43%0,37

BİST100

9.389,62%-0,33

a

12 YILDA 4 SORU ÇÖZDÜREMEDİLER…

Prod. Dr. Sedat Laçiner hoca, son makalesinde icraatlarine övgüler dizdiği iktidara yüklendi. Hükümetin 12 yılda eğitimde bir nebze ilerleme katedemediğini savunan Laçiner hoca, " Ülke yangın yeri" dedi.

İşte Laçiner’in İnternethaber’de yazdığı o yazı:

 ”Ülkelerin gelişmesi açısından eğitimin 2 önemli işlevi var:

1) Vatandaşların işlerinde daha becerikli ve üretken hale gelmesi,

2) İnsanların aldıkları değerler ile ‘daha’ iyi davranışlar gösteren kişilere dönüşmesi.

İnsan gücünü eğitemeyen ülkeler bir yönden fakir kalmaya mahkûmdur. Eğitimsizlik nedeniyle insanlarının yetenekleri ortaya çıkamaz, çıkanlar ise geliştirilemez. Örgütlenme eksikleri, uzmanlaşmada görülen zaaflar sonucunda sayıca kalabalık olsa da iş gücü verimsiz bir güruha dönüşür.

Diğer taraftan, herkesi kapsayan iyi bir eğitimin verilememesi vatandaşları insani ve siyasi değerler konusunda cahil bırakır. Toplum bir millet olduğunun şuuruna dahi varamaz. Siyaset Bilimi’nin önemli iddialarından bir tanesi de demokrasinin ancak eğitimli toplumlarda yaşayabileceğidir. Eğer bu tez doğruysa, bu durumda eğitim düzeyi düştükçe demokrasilerin yaşama şansı azalır, demokrasi kaosa veya otokratik idarelere yol açar.

Özetle, bir toplumun hem maddi hem de manevi kalkınması için öncelikli yatırım alanı eğitimdir. Eğitime yapılacak her yatırım aslında geleceğe yapılan bir yatırımdır. Eğer gelişmiş dünya ile aranızdaki farkı hızlı kapatmak istiyorsanız, onların yaptığı yatırımlardan daha fazlasını eğitime yatırmalısınız. Yani yemeyip eğitime, içmeyi eğitime harcamalısınız. Onlar milli gelirlerinin % 6’sını mı harcıyor, siz en az % 10’unu harcamalısınız. Ancak tablo tam tersi. Hala gelişmiş dünya bizim eğitime yaptığımız harcamadan fazlasını harcıyor, biz ise kaynaklarımızı inşaat, AVM gibi daha az verimli alanlara harcıyoruz.

Bir diğer sorun ise zaten sınırlı olan kaynaklarımızı kullanırken önceliklerimizi iyi belirleyemiyoruz. Örneğin her öğrenciye tablet ve sınıflara akıllı tahtayı içeren Fatih Projesi’nin maliyetinin 7-8 milyar dolar olduğu söyleniyor. Hatta bazı uzmanlar maliyetin 25 milyar doları bulabileceğini söylüyor. Bu, Türkiye gibi bir ülke için çılgın bir rakam. Tabletler öğrencilere dağıtıldı, proje hala devam ediyor. Ancak ben çevremden biliyorum, öğrenciler o tabletleri doğru düzgün kullanamadılar bile. Daha da önemlisi tablet dağıtılan pek çok okulun daha temel sorunları var; örneğin okullar kışın soğuk, yaza doğru ise çok sıcak oluyor. Binlerce okulun hali içler acısı, halk tabiriyle ‘kümes gibi’. Özellikle ilkokulların durumu çok fena. Sınıfların ciddi bir kısmı kalabalık, temel ders araç gereçleri neredeyse hiç yok.

ABD ve Avrupa’da okulların tamamına yakınının ciddi bir kütüphanesi vardır. En kötü ihtimalle mahalle kütüphaneler bu ihtiyacı karşılar. Bizde ise kütüphanesi olan okul sayısı çok az. İlkokulllarda kütüphane mantığı neredeyse hiç yok. Kütüphanesi olan okullarımızın ‘kütüphane’ dedikleri yerler ise ‘kitaplık’ sıfatını bile hak etmiyor. Oysa ki gelişmiş dünyada ilkokulların, liselerin kütüphaneler oldukça zengin, hatta bizdeki bazı üniversitelerin kütüphaneleriyle yarışacak düzeyde.

Meseleye buradan baktığımız zaman Fatih Projesi, öğrenciye okumayı sevdirecek yerde, aslında internete bağlayarak kitaptan, okumaktan uzaklaştırıyor. Pedegoglar açık açık söylüyorlar, belli bir yaşa kadar klasik eğitimi çok iyi bir şekilde vermeniz, öğrenci ile doğrudan temas kurmanız gerekiyor. Geçenlerde bir makale okumuştum, Google’de çalışan üst yöneticilerin neredeyse tamamı ilkokulda çocuklarını dijital ortamlardan uzak tutmaya, maddeye dokunarak eğitim verdirmeye çalışıyorlarmış.

Söylemek istediğim, önceliklerimizi iyi belirlemiyoruz. İlkokul, ortaokul çocuklarını hazır olmada doğrudan internete ve elektronik aletlere bağlarsanız onları bilgi çağının oyun kurucuları haline getiremezsiniz, sadece hazır yiyen tüketicilere çevirirsiniz. Çünkü eğitim sistemimizin temel sorunu öğrencilerin tabletlerinin olmaması değil.

GEREKSİZ YÜKLEMELER

Özellikle ilkokulda eğitimin amacı okumayı, araştırmayı sevdirmek ve sorgulayıcı anlayışı vermek olmalıdır. Daha fazlası değil.

Oysa ki ilkokul müfredatına şöyle bir bakıyorum da Türkçe’de sıfat, zarf, isim gibi her konuya giriyoruz. Aynı konular öğrenciye orta okulda, sonra lisede yeniden yeniden veriliyor. Hatta Üniversitede dahi Türkçe dersi koyuyor ve orada bile ‘zarf nedir’, ‘sıfat nedir’ gibi dersler veriyoruz da yine de başarılı olamıyoruz. Başka bir tabirle, çocuklarımıza sadece yabancı dili değil, kendi ana dilimizi dahi öğretemiyoruz.

İlkokulda coğrafya veya tarih konularını detaylı şekilde vermeye, taze zihinleri gereksiz bilgilerle doldurmaya hiç gerek yok. Bu yıllarda yapılması gereken çocukları oyun ve uygulama ile yeni bilgiler öğrenmeye aç hale getirmek, çocukların el ve zihin yeteneklerini keşfetmek, becerilerini açmak. Oysa ki bizde eğitim ilkokuldan ortaokula kadar aynı konuları tekrar etmek gibi algılanıyor. ‘O da olsun, bunu da verelim’ mantığıyla aslında hiçbir şey vermemiş oluyoruz.

Sonuç tam bir felaket. Bunu anlamak içinse uzun analizlere gerek yok. Üniversite giriş sınav sonuçları dahi ne kadar verimsiz bir eğitim sistemimiz olduğunu gözler önüne seriyor…

LİSELER

Bu yıl üniversite seçme sınavına (YGS) 2 milyon 126 bin 684 aday başvurmuş, 1 milyon 987 bin 488 aday sınava girmiş. Sınava giren her 100 öğrenciden 7’si 140 puanı alamadığı için ön lisans ve açık öğretim fakültelerine kayıt yapma hakkını kaybetmiş. Oysa 140 puanı almak dünyanın en basit işi. Sınava giren her 100 öğrenciden neredeyse 30’u ise 180 taban barajını aşamadığı için LYS sınavına giremeyecekmiş. Dediğimiz gibi, 140 veya 180 puanı almak çocuk oyunu, eğer bir öğrenci bu puanları alamıyorsa orada olağandışı sorunlar olmalıdır.

İşin kötü tarafı bu barajları aşamayan öğrenci sayısı geçen yıla göre 140 bin kişi artmış. Yani bizler eğitime her yıl daha fazla kaynak ayırdığımızı söyleyip dururken başarı artması gerekirken düşüyor.

Sınava giren öğrencilerin 40 fen sorusundaki ortalamaları 3,9. Yani öğrenciler 4 soruyu dahi doğru bilememişler. Matematik ortalaması 5,2… Sosyal bilgilerde ise ortalama 10,7. Emin olunuz hiç okula gitmeyen bir kişi dahi tahminle bu ortalamalara yakın sonuçlar alabilir. Hatta tamamen tahmine dayalı olarak şıkları işaretleseniz fen ve matematikteki ortalamayı yakalama şansınız çok yüksek…

Çukurova Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. İbrahim Ortaş diyor ki, “her 20 liseliden sadece biri üniversite okuyabilecek düzeyde”. Ortaş’a göre bu durumda neredeyse son 20 yılda hiçbir iyileşme de olmadı.(*)

Daha önce biz de değinmiştik, liselerden öylesine sorunlu bir nesil geliyor ki, bu öğrenciler ile üniversitelerde, yüksek öğrenim düzeyinde ciddi bir eğitim yapabilmek gerçekten çok zor. Buna bir de üniversitelerin sorunları eklenince sorun içinden çıkılmaz bir hal alıyor.

Üniversiteler her yıl yüzbinlerce mezun veriyor, ancak o mezunlar diplomasını aldıkları işlerin uzmanı olmaktan çok uzaklar. İstihdam sorununun bir ayağını da bu oluşturuyor. Karşılıksız verilen diplomalar, ,içi boş sözde uzmanlar ortaya çıkarıyor. Mezunlar iş bulamazken, iş sahipleri çalışacak yetişmiş eleman bulamıyorlar.

İbrahim Ortaş, lise öğrencilerinin sadece % 5’inin üniversite okuyabilecek düzeyde olduğunu söylüyor. Ancak bu % 5 de mükemmel bir düzeyde değil. YGS sınavında 160 sorunun yarısını (80 soru ve üstü) doğru yanıtlayanların oranı % 5’in bile altındaymış. Oysa ki 2 milyona yakın insanın katıldığı bir sınavda % 5 ‘çok iyi’ durumda olmalıydı ve neresinden baksanız 160 sorudan en az 120’sini zorlanmadan doğru cevaplandırmış olmalıydılar. Eğer bir toplumun % 5’i dahi bu kadar eğitimsiz ise varın resmin tamamını siz düşünün.

Günün sonunda şunu anlıyoruz ki 11-12 yıl öğretim alan, hatta kreşi de eklediğinizde 14-15 yıl eğitim sistemi içinden geçen çocuklarımız liseyi bitirdiklerinde kendilerine sorulan 160 sorunun dörtte birini bile doğru cevaplandıramıyorlar. ‘Çok iyi’ olması gereken % 5’i dahi soruların yarısına doğru cevap veremiyor. Matematikte, fende kelimenin tam anlamıyla dökülüyorlar. Okuduklarını anlamıyorlar, derslerde kendilerine anlatılanları anında unutuyorlar. Çoğu genel kültür düzeyinde olan soruları dahi doğru cevaplandıramayan bu neslin üniversitelerde de çok değişmediğini, yanlışlarının kemikleştiğini rahatça görebiliyoruz.

Hal böyle olunca tam anlamıyla bir doldur boşalt süreci yaşanıyor. Her aşamada ellerine birer kağıt parçası (sözde diploma) tutuşturduğumuz bu çocuklar eğitimlerinin sonunda ülkelerinin ihtiyacı olan kişiler olamıyorlar.

Bu tabloya baktığımızda gördüğümüz tam bir yangın yeri. Türkiye, tüm işi gücü bıraksa ve sadece eğitime yönelse yeridir. Aksi taktirde bırakınız dünyanın önde gelen ülkelerinden biri olmayı, elimizdekileri dahi korumamız güçleşecektir.”
YORUMLAR

s

En az 10 karakter gerekli

Sıradaki haber:

KEP GİYMEK YASAKLANDI…

HIZLI YORUM YAP