DOLAR

34,5062$% 0.06

EURO

36,5372% -0.12

STERLİN

43,8528£% 0.17

GRAM ALTIN

2.912,41%-0,25

ONS

2.622,56%-0,42

BİST100

9.264,30%0,34

a

BİR LOKMA BİR HIRKA BİR DE ERDOĞAN…

Baskıcı, dışlayıcı, kurumları, değerleri önemsemeyen, kendini ülkenin tek sigortası gören, kişisel yaklaşımını tek doğru sanan bir liderin ve onun temsil ettiği siyasi anlayışın ülkeye verdiği zararı anlatan bir yazı.

Gazeteci Levent Gültekin 80 milyonu aşkın Türk vatandaşının Erdoğan’ın kişisel ihtirasları yüzünden yoksul kaldığını anlatan çarpıcı bir yazı kaleme aldı.

” Bu yazı esasında bir Erdoğan yazısı değil. Baskıcı, dışlayıcı, kurumları, değerleri önemsemeyen, kendini ülkenin tek sigortası gören, kişisel yaklaşımını tek doğru sanan bir liderin ve onun temsil ettiği siyasi anlayışın ülkeye verdiği zararı anlatan bir yazı.

Yani mesele Erdoğan değil, adı Ahmet de, Ayşe de olsa ülke yönetirken tercih ettikleri yönetim anlayışı.

Dünyada geri kalmış, ekonomik olarak zayıflamış, iç barışını sağlayamamış, herhangi bir alanda kalıcı bir başarı gösterememiş ülkelerin neredeyse tamamının ortak bir yönü var: Kişisel iktidarını sürdürmek için demokrasiden, özgürlükten, hukuktan uzaklaşan, bütün suçu dış güçlerin üzerine atan, kendilerini ülkeleri için vazgeçilmez sanan liderler tarafından yönetiliyor olmaları.

Yani “Ben olmazsam ülke yok olur” diyen liderler, tam tersine o ülkeleri yok oluşa sürüklüyor.

Nasıl mı? Anlatayım.

Ülkemizde son yıllarda birçok alanda geriye gidiş var. Özellikle de ekonomik alanda.

Yıllık üretici enflasyon oranı yeniden yüzde 17’lere çıktı. İşsizlik her geçen gün daha da artıyor.

Döviz almış başını gidiyor. Paramız her gün değer kaybediyor. “Faizi düşüreceğim” diye güya çaba gösterdiğini söyleyen iktidara rağmen Merkez Bankası faizleri artırmak zorunda kalıyor.

Piyasalarda belirgin bir durgunluk var. İşçi, esnaf, çiftçi kan ağlıyor. 40 milyona yakın insan yoksulluk sınırının altında yaşıyor. Üstelik her geçen gün biraz daha yoksullaşıyoruz.

Ipsos’un kasım ayı anketine göre toplumun yüzde 61’i gidişattan memnun değil. Yani toplumun büyük bir çoğunluğu işlerin kötüye gittiğini düşünüyor.

Peki işler niçin kötüye gidiyor?

Döviz niçin yükseliyor? Yoksulluk niçin yayılıyor? Merkez Bankası niçin faizleri artırmak zorunda kalıyor? Gençler arasındaki işsizlik oranı niçin yüzde 20’lere dayanmış? Yani her beş gençten biri niçin iş bulamıyor?

Çünkü demokrasiden uzaklaşırsan, özgürlükleri kısıtlarsan, hukuku hiçe sayarsan, uzlaşıyı değil baskıyı tercih edersen… daha fazla yoksulluk, daha fazla iç çatışma, daha fazla huzursuzluk o ülke için kaçınılmaz oluyor.

Mesele bu kadar açık ve net.

Bizim gibi petrol, doğalgaz benzeri gelir getirici kaynakları olmayan ülkeler için ekonomide çok basit bir denklem var. Ekonomide işlerin iyiye gitmesi için yerli ve yabancı yatırımcıların yatırım yapması gerekiyor. Dış sermayenin ülkeye kolayca gelmesi gerekiyor. Yatırım yapmak, yeni iş alanları yaratmak, yeni fabrikalar kurmak için borç paraya (krediye) ihtiyaç var.

Bunun için de güven ortamına ihtiyaç var.

Yani yabancı yatırımcı parasını götüreceği ülkenin bağımsız yargısının olup olmadığına, demokrasisinin seviyesine, kurumların, özgürlükçü bir ortamın var olup olmadığına bakarak o ülkeye gidip gitmeyeceğine karar veriyor.

‘Hukuk yok, bir sorun çıktığında başvurabileceğim kurumlar yok, her şey bir liderin iki dudağı arasında, dolayısıyla da her an başıma bir bela gelebilir, param batabilir, mülküme el konabilir…’ endişesi duyan yatırımcı o ülkeye yatırım yapmaktan imtina ediyor.

Ülke yatırım yapmak için kredi bulmakta zorlandığı için de faizler artıyor.

Sonuçta yeni yatırım olmadığı, yani yeni fabrikalar açılmadığı için işsizlik artıyor, ekonomi zayıflıyor ve doğal olarak da fakirleşiyoruz.

Yani kadın, erkek, genç, yaşlı 80 milyon olarak hepimiz bir bedel ödüyoruz.

Peki neyin bedeli bu?

Topluma ‘Ben olmazsam bu ülke ayakta kalamaz’ diyen ama yönetim anlayışıyla ülkeyi daha da büyük yıkıma sürükleyen Erdoğan’ı ‘siyaseten’ korumanın bedeli.

O iktidarını sürdürsün diye daha kötü, daha huzursuz bir yaşama razı oluyoruz.

Peki denklem bu kadar basitken, ekonomideki bozulmanın sebebi bu kadar aşikarken, iktidar soruna niçin sahici çözümler aramıyor? Yani demokrasiye, hukuka, özgürlüklere neden dönemiyor?

Dönemiyor çünkü ülkenin ihtiyacı ile ülkeyi yöneten liderin, yani Erdoğan’ın ihtiyaçları arasından zıtlık var.

Tekrar ediyorum: İşsizliğin azalması, faizlerin ve dövizin düşmesi için yerli ve yabacı yatırımcının yatırımına ihtiyaç var. Onların yatırım yapması için de demokrasiye ihtiyaç var. Bağımsız bir yargıya ihtiyaç var. İşlevsel kurumlara ihtiyaç var. Rekabet ortamının oluşması, yatırıma dönüşecek yeni fikirlerin çıkması için özgürlükçü bir ortama ihtiyaç var.

Fakat Erdoğan’ın ise mecbur olduğu iktidarını sürdürmesi için daha fazla baskıya, daha fazla kısıtlamaya, yargının üzerinde daha fazla tahakküm kurmaya ihtiyacı var.

Daha da açık anlatayım.

Demokrasi, özgürlük, bağımsız yargı gibi değerleri 100 barem üzerinden ele alalım.

Ekonomik değerlere de 100 barem diyelim.

Bir ülkede demokrasi 10 iken refah düzeyi 30 olmuyor. Bağımsız yargı 10 barem iken 30 barem zenginleşemiyorsun.

Özgürlükler 5 barem iken ülke olarak zenginliğin 25 olmuyor.

Yani bu değerlere önem vermeyen, yükseltmek yerine daha da düşüren Erdoğan’ı iktidarda tutalım diye yoksulluğa, huzursuzluğa, berbat bir yaşama razı oluyoruz.

Açıkça yazayım: 1400 TL asgari ücrete talim eden işçi de, döviz ve faiz kıskacında can çekişen esnaf da, üretim maliyetlerinin artışından ötürü boğulan çiftçi de Erdoğan iktidarda kalsın diye her gün cebinden para ödüyor.

Görünen o ki böyle giderse toplumun geniş kesimleri bir lokma ekmeğe muhtaç olana kadar bedel ödemeye de devam edecek.

Mesela OHAL.

Aklı başında bütün ekonomistler, hatta TÜSİAD bile “OHAL’i kaldırın döviz de faiz de düşer” diyor.

Erdoğan bunu yapmıyor çünkü kararnamelerle ülke yönetmek kolayına geliyor.

Uzlaşı yok, kurum yok, hesap soran yok, sadece kararnameye dayalı keyfilik var.

Erdoğan’ın  OHAL’e ihtiyacı var; döviz kıskancında sıkışmış çiftçinin, esnafın yani Türkiye’nin ise OHAL’in  kaldırılmasına.

Bu zıtlık ülkeyi büyük bir yoksulluğa sürüklüyor.

Hem OHAL’den vazgeçmeyip hem dövizin yükselmesinden şikayet etmek…

Hem özgürlükleri kısıtlayıp hem de yabancı yatırımcının gelmemesinden şikayet etmek…

Hem yargıyı siyasallaştırıp hem de işadamlarının yurt dışına kaçmasından şikayet etmek…

Hem borç alacak kadar güvenilir olmamak hem de borçlanma faizlerinin yüksekliğinden şikayet etmek…

Tüm bunlar kendi iktidarını sürdürmek için toplumu kandırmaktan başka bir şey değil.

Dediğim gibi, bu, sadece Türkiye’nin yaşadığı bir açmaz değil. Dünyadaki bütün yoksul ve geri kalmış ülkelerde benzer bir açmaz yaşanıyor.

Bunun en ilginç örneği ise Kuzey Kore ve Güney Kore.

Aynı adada aynı kültüre sahip demokrasi ve özgürlükler ülkesi Güney Kore’nin kişi başı yıllık geliri 28  bin dolar. Dünyanın en güçlü 11. ekonomisi.

Tek adamın baskı rejimiyle yönetilen Kuzey Kore’de ise kişi başı yıllık gelir 1300 dolar ve halk yoksullukla boğuşuyor. Yani liderin iktidarını sürdürmek için başvurduğu yöntemlere razı olmak, yoksulluğa batmayı kaçınılmaz kılıyor.

Bu tür liderlerin diğer bir ortak özelliği ise yönettikleri ülkelerde insanlar yoksullukla boğuşurken, bir lokmaya, bir hırkaya talim ederken kendilerinin “İtibardan tasarruf olmaz” diyerek olabildiğince lüks ve şatafatlı bir yaşam sürmesi.

Demem o ki özgürlüğün, demokrasinin, bağımsız yargının lüks değil, insan gibi bir yaşam sürmek için temel ihtiyaçlar olduğunun farkına varmamız gerekiyor.

Kişilere değil değerlere, kurumlara, ilkelere önem atfetmemiz gerekiyor.

Çünkü ülkeleri geliştiren, büyüten, zenginleştiren bir tek kişi değil, barışçı, özgürlükçü, çoğulcu, dürüst bir anlayışı içselleştirmiş toplumdur.

“Değerleri değil de lideri, o liderin iktidarını korumalıyız” dediğimizde, sonuçta elimizde bir lokma, bir hırka, bir de o lider kalıyor. (Diken)

YORUMLAR

s

En az 10 karakter gerekli

Sıradaki haber:

'2019'DA EGE ADALARININ TAMAMINI ALACAĞIM'

HIZLI YORUM YAP