İşte hocamızın o açıklamaları:
” Zulüm, Kur’an’da, türevleri ile birlikte 300’e yakın yerde geçer. Kelimenin kökdaşı olan ve karanlık mânasına gelen zulmet kelimesini de eklersek, bu rakam yaklaşık 350 olur.
Işıksızlık anlamındaki zulmetle ayın kökten gelen zulüm kelimesi Kur’an bünyesinde küfür, şirk, kötülük, baskı, işkence, haksızlık anlamlarında kullanılmıştır. Dil bilginlerinin büyük çoğunluğu zulmün Kur’an dilindeki anlamını şöyle vermekteler:
“Bir şeyi ait olduğu yerin dışında bir yere koymak”
Bundan da anlaşılır ki zulüm, yaradılış düzeninde yozlaşma ve yabancılaşmaya sebep olmaktadır. Ve bu anlamda en büyük zalim, insandır. Çünkü yaradılış düzenini ve tabiattaki denge ve ahengi bozan tek varlık insandır.
Kur’an, açık bir şekilde göstermektedir ki, bütün zulümler insan elinin ürünüdür. Tanrı asla zulmetmez. (4/40; 10/44; 18/49).
Doğal düzen korunduğu sürece zulüm söz konusu olmaz. (4/34; 3/182; 8/51; 22/10; 50/29)
Zulmün karşıtı adalettir ki, o da ‘her şeyi yerli yerinde yapmak, yerli yerine koymak’ anlamındadır.
Zulümle ilgili ayetlerin incelenmesi 3 tür zulümden bahsedebileceğimizi göstermektedir.
1. İnsanla Tanrı arasında zulüm:
Bunun en büyükleri şirk, riyakârlık ve tabiata ihanettir.
2. İnsanın kendisiyle yaşadığı toplum arasında zulüm:
Bu zulüm genellikle kamu haklarına tecavüz etmek şeklinde belirir. Devlet otoritesinin bireye yaptığı zulüm de bu cümledendir.
Biz, kapitalist-liberal bir rejimle, otoriter-devletçi bir rejimin, birincide bireyden kamuya, ikincide otoriteden bireye olmak üzere, zulüm rejimleri olduklarını düşünmekteyiz. Bu zulüm, otoriter rejimlerde bireyin açıkça ezilmesi şeklinde, kapitalist dünyada ise özgürlük perdesi altında örtülü olur.
3. İnsanın kendi kendine zulmü:
İnsan, bedeninden ruhuna veya ruhundan bedenine zulmedebilir: İslam, beden ve ruhun haklarına ayrı ayrı saygıyı gerekli kılarken işte bu tip zulmü önlemek istemiştir. Ruhbâniyet, (dünyaya tamamen sırt çevirmek) ruh adına bedene; fânî ve bedenî zevklerin esiri olmak ise beden adına ruha zulümdür.
Kur’an, tarihin tüm devirlerinde çöken tüm medeniyet ve ülkelerin zulüm yüzünden mahvolduğunu birçok ayetinde dile getirmektedir. (18/59; 27/52,85; 6/131; 11/102, 117; 21/11; 22/45, 48; 28/59; 29/14, 31)
Ülke ve uygarlıkların yıkımına, doğal dengelerin bozulmasına sebep olan zulüm, daima servet ve nimet şımarıklığı ile yan yana olmuştur. (11/116) Kur’an burada ‘servet ve refahın getirdiği şımarıklığa uymak’ deyimini kullanıyor.
Zalimler bu şımarıklığın kurbanıdırlar.
Kur’an’ın kanlı çarpışmaya izin verme gerekçesi de zulümdür. Kanlı çarpışmanın meşruluğu zulme uğramış olmakla gerçekleşir. Bu meşruluk doğunca da Allah, zalimlere karşı savaşanların başarısını garantiler. (bk.22/39-40)
Zulme rıza göstermek, zalime karşı çıkmamak da bir zulümdür. Kur’an’ın bu konudaki tavrının kısa ifadesi şudur:
İnsanın, zulüm ve zalimden başka düşmanı yoktur, olmamalıdır.
“Zalimlerden başkasına kin ve düşmanlık olmamalıdır.” (2/193)
Din ayrılığı düşmanlık sebebi değildir.
Başka dinlerdeki zalim olmayanlar, sizin dininizdeki zalimlerden yeğdir.
Kur’an, imanın huzur ve aydınlığa çıkarmasını imanın zulümle kirletilmemesi şartına bağlamıştır. (6/82)
Bunun açık anlamı şudur:
Bir ülkenin hayatı ve yönetimi dinsizlik üzere yürüyebilir ama zulüm üzere yürümez.
Zulmü belirlenen kim olursa olsun, ona yardımcı, şefaatçı, destekçi olunamaz.
“Zalimin dostu ancak zalim olur.” (bk.45/19)
Allah, zalimleri sevmemekle kalmamış, onları lanetlemiştir. (7/44; 11/18)”