34,3497$% -0.05
36,3804€% 0.11
43,7098£% 0
2.836,53%-0,23
2.570,68%-0,11
9.420,42%1,29
Birgün’den Meltem Yılmaz bundan yaklaşık iki hafta önce, 13 Ocak’ta Meclis önünde kendini ateşe veren işçiyle konuştu.Olay, medyanın büyük bir kısmında yer almadığı gibi, hızla gündemden düşürülüverdi. Çünkü eyleme imza atan Sıtkı Aydın, her yönüyle bir Türkiye gerçeği idi.
Ablası, kanser hastası eniştesi ve engelli yeğeni ile birlikte, İstanbul’un merkezine 170 kilometre uzakta, 450 lira kira karşılığında oturdukları evde onları ziyarete gittiğimde, Sıtkı Aydın’ın huzursuzluğunun altında, hikâyesini anlatmak istemesine rağmen, onu engelleyen bir şeylerin varlığının yattığını hissediyor ve merak ediyordum: Hayatından vazgeçmiş bir insan neden susar? 16 yaşından bu yana inşaatlarda çalışan, o gün bugündür ailesinin tüm yükünü omuzlarında taşıyan, çalıştığı yerlerden parasını hiçbir zaman tam olarak alamayan, sonunda iş güvenliğinin olmadığı bir inşaatta sakatlanan, açtığı davayla 5 yıldır adaleti arayan, bulamayan, bu süreçte çalışamadığı için çektiği kredilerle boğuşan, bunca yılın sonunda üstündeki ceketi dışında hiçbir şeye sahip olamayan, her geçen gün daha ağır bir bunalıma saplanan, çırpındıkça boğulan, sonunda çareyi kendini yakmakta arayan bir adam…
Sıtkı Aydın daha fazla susmamaya karar vererek, hikâyesini paylaştı.
Biz sizi Meclis önünde kendinizi yakma eyleminizle tanıdık. Bu olay belli ki, uzun bir süreçte yaşananların sonuydu. Sizi tanıyabilir miyiz?
Samsun Çarşamba’nın bir köyünde doğdum. 7 çocuklu bir ailenin ortanca çocuğum. İki göz bir evde yokluk içinde büyüdüm. İlkokul mezunuyum. İlk kez 16 yaşımda inşaatlarda çalışmaya başladım. O günden sonra bütün ailenin yükü benim omuzlarıma geçti. Evimize iki göz oda daha eklemekten tutun da, en küçük kardeşimi üniversitede okutmaya kadar her türlü masrafı ben üstlendim. Evde ben, bahçede ben, gurbette ben. Her şey benim üstümde oldu. Ancak 2013’te annemin vefat etmesi yuvanın dağılmasına sebep oldu. Annemin peşinden, sağır dilsiz abimiz de kalp krizinden öldü.
Kendinizi hiç mi yaşamadınız, kendiniz için hiçbir şey yapmadınız mı?
Hayır, kendime hiçbir zaman bakamadım, zaman ayıramadım. Mesela sinema bizim için mucize gibi bir şey. Hayatımdaki tek gerçek inşaatta çalışmak oldu çocukluğumdan beri. Zor bir hayat ama şartlar zor olduğu için değil, zorlaştırıldığı için. İnşaatlardan bahsediyorum. Ne iş güvenliğimiz var ne de işçi olarak haklarımız. Yevmiyemizi alabilmek için bile sürekli mücadele veriyoruz. Hakkımız olan para çoğu kez içerde kalıyor, sigortamız yatmıyor, sendikalar ise masa başında oturuyor. Şikâyetlerimiz değerlendirmeye alınmıyor. Çok ciddi bir denetim eksikliği var. Ve bütün bu nedenlerin sonunda, hayatımı mahveden olayı yaşadım.
Nedir o olay?
Hayatımı mahveden ne annemin ne de kardeşimin ölümüydü, asıl mahvoluşu, 2013’te inşaatta kaza geçirince yaşadım. Öncelikle şunu söyleyeyim. Ben tecrübesiz biri değilim, 21 yıldır inşaatlarda çalışıyorum. Son olarak da, ana firma Sinpaş Altınoran, taşeron firma Delta İnşaat olan bir inşaat işinde çalışıyordum. O inşaatta, tıpkı diğerinde de olduğu gibi, işçiler için platform olması lazım ama yok, çalıştığım alanda içerden kilit takılması lazım ama takılmamış, üçüncü katta çalıştığım için altımda ağ olması lazım ama yok, işi güvenli yapmamız için belli bir zaman lazım ama o zaman da yok. Her zaman olduğu gibi o gün de bir tedbirsizliktir, bir aceleciliktir gidiyor… Ve ben o gün, üçüncü kattan sırtüstü aşağı düştüm. Kafatasım çatlamış, yedi kaburgam kırılmış, leğen kemiğim kırılmış, beyin travması geçirmişim, iç kanama tehlikesi atlatmışım, bütün vücudum darmadağın olmuş.
Sonra?
Sonra beni hemen hastaneye kaldırmışlar. Gözlerimi açtığımda Delta İnşaat’ın ortaklarından Tolga Zengin, korkudan, panikten etrafımda pervane gibi dönüp duruyor öleceğim diye. Üç gün yoğun bakımda yattım. Ve sonra Tolga Zengin’den tek bir şey istedim. “Ayağa kalkıp çalışabilir vaziyete gelene kadar yevmiyemi istiyorum” dedim. O da karşılığında, “Sen bunları düşünme, iyileşmeye odaklan, biz ne gerekiyorsa sağlarız” gibi vaatlerde bulundu. Ardından polis ifademi almaya geldiğinde, bana verdiği bu söz nedeniyle inşaat firmasından şikâyetçi olmadım. Ama ne zaman ki şikâyetçi olmadım, bir baktım ki benim başımda pervane olanlar, bir anda yok olup gittiler. Şoke oldum. İfademi tekrar gelip almaları için emniyeti aradım ama yoğun olduklarını söyleyerek kimse gelmedi.
İyileşmeniz ne kadar sürdü, bu süreçte eler yaşadınız?
21 gün hastanede yattıktan sonra beni, Çarşamba’da köydeki evime köpek ölüsü gibi sedyeyle bırakıp gittiler. 1 ay sonra duvara tutunarak yürümeye başladığımda, Delta’nın muhasebecisi arayıp “sana para gönderdik” dedi. Kendimi zorlayıp evden çıktım, santim santim adımlar atarak çarşıya kadar yürüdüm. Bankaya gittim ve bir baktım ki yatırdıkları para 300 lira. Düşünebiliyor musunuz? Ben ölüm kalım savaşı vermişim, 21 gün hastanede yatmışım, köyde bir buçuk ay yataktan çıkamamışım, dört duvardan başka hiçbir şey görmemişim, ablam benim bebek gibi altımı temizlemiş, vücudumda ve kafatasımda hayatım boyunca kalacak hasarlar oluşmuş ve bunun suçlusu olan firma bana bütün bunların karşılığında 300 lira yatırmış ve olay kapanmış.
Kendimi sizin yerinize koyuyorum da, çıldırmamak elde değil.
Evet. Ben de bunun üzerine şirkete 40 bin liralık tazminat davası açtım. Davayı açtıktan hemen sonra da, çalışamadığım için arkadaşımın kahvehanesinde harçlık için çaycılık yapmaya başladım. Baktım uzuyor, bankadan kredi çekmek zorunda kaldım. Ama ne oldu biliyor musunuz? Bugün, yarın derken 5 yıldır sürüyor dava. Neymiş, bir hakim Fetö’cü çıkmış, bir diğer hakim doğum iznine ayrılmış, şahidimin ikametgahı değişmiş derken dava sürekli ertelenip duruyor. Ben bu 5 yıldır iş buldukça çalışıyorum ama artık eskisi gibi sağlıklı olmadığım için ağır işleri kaldıramıyorum, çektiğim kredi faiz nedeniyle katladığı için bir yandan onu ödemeye çalışıyorum, bu süreçte kalacak yerim olmadığı için kardeşlerimde barınıyorum ama onlara yük olmak istemiyorum.
Kendinizi ateşe verirken kimseniz olmadığını söylemiştiniz, bu yüzden mi?
Evet, onlar zaten zar zor duruyorlar ayakta. Sadece, şimdi yanında kaldığım, bu kardeşimin evindeki manzarayı söyleyeyim size: Yeğenimin parmakları doğuştan yapışık ve onu tedavi ettirmeye güçleri yok. Eniştem kanser hastası ama tekerlekli sandalye alacak güçleri olmadığı için yataktan çıkamıyor. Ben nasıl onlara yük olayım? Düşünebiliyor musunuz, ben hayatım boyunca çalıştım ama ceketimden başka sahip olduğum hiçbir şey yok, her normal insan gibi evlenip yuva kurmak istiyorum ama ona bile gücüm yok. Bir de dediğim gibi, kazadan sonra her şey değişti. Örneğin ilkokuldayken çarpım tablosunu çarpa çarpa giderdim, şimdi bir telefon numarasını bile aklımda tutamıyorum. Hafıza kaybı var, koyduğum bir şeyi unutuyorum, o yana giderken bu yana gidiyorum. Ben bu kazayı geçirmemiş olsaydım 60 yaşına geldiğimde delikanlı gibi yürüyecektim belki, ama artık bastonla yürüyeceğim büyük ihtimalle. Kazanın bıraktığı kalıcı izlerin üstüne hakkım olan adaleti de bulamayınca ruhsal olarak ağır bir bunalıma girdim. Hakkımı ararken köpek ölüsü gibi bir kenara bırakılmayı kendime yediremedim.
Ve bu nedenle hayatınıza mal olacak bir girişimde bulundunuz. Sizi bu kötü aşamaya ne getirdi?
Düşünün, bir inşaat işçisi olarak, bütün hayatım boyunca çalışmama rağmen, hayatı boyunca cezaevinde yatıp dışarı çıktığında hiçbir şeyi olmayan bir insanla aynı durumdayım. Şunu mutlaka söyleyeyim, kendimi yakma girişimimi bugün bakınca doğru bulmuyorum, kimseye de tavsiye etmiyorum. Ama o ana gelene kadar çok yol denedim. Avukata verdim, sonuç çıkmadı. Cumhurbaşkanlığı külliyesine üç defa faks çektim, 5- 6 ay geçmesine rağmen cevap gelmedi. Ardından Gebze’de Kadir Toptaş’ı gördüm, telefon numaramı aldırdı, ama dönüş yapmadı. Ve sonunda, artık hiçbir şey lafta ve masada kalmamalı dedim, hakkım olan adaletin tecelli etmesi için, önce Boğaz köprüsüne çıkmaya karar verdim. Sonra da Meclis önünde kendimi yakmaya.
Neler yaşandı o gün?
Meclis’in önüne gittim, oradaki görevlilerin karşısında üstüme benzini döktüm, “yaklaşmayın” dedim; “Ben 5 yıl önce iş kazası geçirdim, davam sonuçlanmadı, sakatlandım çalışamıyorum, bana içeriden bir milletvekili çağırın, derdimi dinlesinler” dedim. Bunun karşılığında onlar bana “sakin ol, çağırıyoruz” demiş olsalardı sakinleşirdim. Ama demediler. Tam tersine beni kıskaca aldılar ve polis “ne derdin varsa bize anlat” dedi. Onlara anlatsam ne olacak, benim meclisten bir yetkiliye anlatmam lazım ki derdime çare bulsun. Oysa benim için vatanım, devletim her şeyin üstündedir. 1999 Kocaeli depreminde iki ay görev alan, askerlikten bir sürü takdiri olan, 15 Temmuz darbe girişiminde sokağa fırlayıp köprüye çıkmış, tankların üstüne yürümüş bir insanım. Tuzla Harp Okulu’nu bastık biz o gün. Ben nasıl terörist olurum? Şu an beni alsınlar, Afrin’deki savaşa koşarak giderim. Vatan dedin mi akan sular durur. Türkiye zenginleşti. Afrikalılar bile Türkiye’ye dua ediyor. Türkiye bugün bütün dünyanın kıskandığı bir devlettir!
Öyleyse siz neden yaktınız kendinizi?
Denetim eksikliği var. Seyyar ekipler kurulup inşaatların denetlemesi lazım.
Eklemek istediğiniz bir şey var mı?
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu bana söz verdi iş bulacağına dair. Hâlâ bir dönüş yok. Bekliyorum. Ama çok da fazla bekleyemem, bekleyecek gücüm yok. Sanatçılardan Haluk Levent sağolsun ilgilendi. Ama bana verilen sözlerin tutulması lazım. Eğer tutulmazsa, düpedüz ortada kalacağım.
9 BİN YIL ÖNCE KADIN BÖYLEYDİ!
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.