Refah-Yol hükümetini devirmeye teşebbüs suçlamasıyla açılan 28 Şubat davasında, dönemin Genelkurmay Başkanı emekli Orgeneral İsmail Hakkı Karadayı, ilk kez duruşmaya gelerek savunma yaptı. Karadayı, “Ben, 50 yılı aşkın meslek hayatımda ilk defa, bir iddianame ile, mahkeme karşısına çıkmış bulunuyorum. Peki, bu suçlama neye göre ve hangi maddi delillere göre yapılmıştır, onu anlamak mümkün değil. Teşhis yanlış olursa, tedavi doğru olabilir mi? O günlerde cebir ve şiddetle yıkılan bir hükümet var mıdır? Hayır, yoktur ve olmamıştır da… 54 üncü hükümet kurulurken, zaten dönüşümlü Başbakanlık olacağı belirtilmiş olup, kamuoyu da bundan haberdardı. Peki, hangi mantıkla, iddianamede ki bu belgeye rağmen, Hükümetin , cebir ve şiddetle değiştirildiği söylenmektedir. Acaba Merhum Erbakan’ın dilekçesi aynen kabul edilip, Çiller Başbakan olarak görevi teslim alsa idi, bu gün bizleri hedef alan bu dava açılacak mıydı?” diye sordu.
28 Şubat dönemine ilişkin, 103 sanık hakkında “Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini cebren devirmeye, düşürmeye iştirak” suçundan açılan davanın 48’inci duruşması başladı. Ankara 13. Ağır Ceza Mahkemesindeki duruşmaya, tutuklu ve tutuksuz sanıklar, müştekiler, sanık yakınları ve avukatlar katıldı. Duruşmada sanık, avukat ve müşteki yoklaması yapıldı. Dönemin Genelkurmay Başkanı emekli Orgeneral İsmail Hakkı Karadayı sağlık sorunları nedeniyle uzun süredir duruşmaya katılamıyordu. Saat 09.45’de adliye gelen Karadayı bir süre baro odasında avukatları ile sohbet etti.
Karadayı daha sonra duruşma salonuna geçti. Karadayı’nın, duruşma salonunda sanıklar için ayrılan bölüm yerine avukatının yanındaki sandalyeye oturması dikkat çekti. Mahkeme Başkanı Mahkeme Başkanı Tayyar Köksal, “Sabıkanız yok değil mi” diye sorunca, Karadayı “Sabıkam yok” dedi. İddianamede bir numaralı sanık olan Karadayı’ya haklarını okuyarak, “Haklarınızı anladınız mı” diye soran Köksal, suçlamanın “Türkiye Cumhuriyeti hükümetini cebren devirmeye, düşürmeye iştirak etmek” olduğunu söyledi.
Eşiyle ortak bir evinin olduğunu belirten Karadayı’ya hakları hatırlatıldı. İddianamede yar alan suçlamaları anlatan Mahkeme Başkanı, iddianamenin ekinde yer alan bilgileri de anımsattı. Refah-Yol hükümetini devirmeye teşebbüs suçlamasıyla açılan 28 Şubat davasında, dönemin Genelkurmay Başkanı emekli Orgeneral İsmail Hakkı Karadayı, ilk kez duruşmaya gelerek savunma yaptı. Haklarını anladığını söyleyen Karadayı, “Olayların alt yapısını tamamıyla ortaya koymadan önce, bir tabloyu ortaya koymak suretiyle olayların bütün detaylarını arz etmek istiyorum. Bu olayları iyi anlayabilmek için 28 Şubat süreci nedir, onu iyi anlamak lazım. 28 Şubat süreci, bazı çevrelerce söylendiği gibi bir darbe süreci asla değildir. Ülke genelinde ciddi bir gerginlik yaşanmıştır, evet bu doğrudur. Bu neden yaşanmıştır, bunu çok iyi değerlendirmek gerekir. Bir olayın sebepleri ciddi şekilde incelenmezse, varılan sonuçlar daima hatalarla dolu olur. Böylece gerçeğin ortaya çıkmasından uzaklaşılacaktır. Öncelikle bu gerginlikler ve huzursuzluklar olmuştur? Her şeyden önce gelişmelerin bu yönünü ele almak gerekir” dedi.
DARBE İFTİRADIR
28 Şubat sürecinde ortaya çıkan huzursuzluğun kaynağının kesinlikle Türk Silahlı Kuvvetleri olmadığını belirten Karadayı, bazı çevrelerin huzursuzluğu TSK’ya bir darbe anlayışı çerçevesinde yansıtmak istediğinin bunun da bir iftira olduğunu kaydetti. Karadayı, “Anayasamızda belirtildiği gibi Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde insan haklarına saygılı Atatürk milliyetçiliğine bağlı demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devlettir. Toplumumuzun yaşamı öncelikle bu esaslara dayanır. Bu ilkeler, ayrıca inkılap kanunlarıyla birlikte toplumun bütün kesimlerinde, özellikle siyaset ve yönetim kademelerinde içtenlikle benimsenmesi ve uygulanması temel alınan esaslardır.
28 Şubat aslında bu anlayışa ters düşen siyasal, sosyal ve yönetimsel uygulamaların ortaya çıkardığı bir tablodur, huzursuzluktur. Ancak bu huzursuzluğun kaynağa kesinlikle silahlı kuvvetler olmamıştır. Bazı çevreler bunun silahlı kuvvetlerin bir darbe anlayışı çerçevesinde yansıtmak istemiş olsalar da bu tamamen yanlıştır, iftiradır. Bu saçma ve asılsız darbe söylentileri, çeşitli maksatlarla maalesef zaman zaman kullanılmıştır. Silahlı kuvvetlerimizin tecrübeleri, demokrasi dışı darbelerin ülkeleye kaybettirdiği inancındadır” diye konuştu.
Demokrasilerde siyasi partilerin ülkelerin vazgeçilmez temel unsurları olduğunu ifade eden Karadayı,saçma ve asılsız darbe iddiaları çeşitli maksatlarla kullanıldığını anlattı.
KIŞKIRTMA SİYASİ BOYUTTADIR
Silahlı Kuvvetlerinin tecrübelerinin darbelerin ülkeye kaybettirdiğini gördüğünü ifade eden Karadayı, sözlerine şöyle devam etti: “Bilindiği gibi zaman zaman tek partiler ülkelere gelir, ülkeyi yönetir. Bazen de koalisyon hükümetleri göreve gelir. 54. hükümet de bu koalisyon hükümeti olarak kurulmuş ve ülkeyi yönetmeye başlamıştır. Erbakan-Çiller koalisyonu kuruluşundan bir süre sonra maalesef temel anayasal prensiplerin zaman zaman zaman dışına kalmak suretiyle özellikle, dini siyasete alet ederek, irticai gelişmelere kucak açmak, laik rejimi yıpratırcasına tavır almak, bazı çevreleri teşvik ve tahrik etmek, ayrıca basına yansıyan yolsuzluklar gibi bir takım kamuoyunda ciddi huzursuzluklara neden olmuştur. Bu gelişmeler, bir bakıma sürecin başlangıcı olmuştur. O günleri iyi hatırlamak gerekir. Bu süreci bu siyasi gerginlik başlatmıştır. Kışkırtma tamamen siyasi boyuttadır. Toplumsal boyutta huzursuzluk yaratan bu tavır ve hareketlerin bir kısmını hatırlamak gerekir.”
Merhum Başbakan Necmettin Erbakan’ın “şeriat gelecek kanlı mı olacak kansız mı olacak”, dönemin milletvekillerinin “iğne yapacağız uyanınca şeriatçı olacaklar”, Cezayir’deki gibi kan akacak fıstık gibi olacak” sözlerini anımsatan Karadayı, Erbakan’ın Başbakanlık Konutu’nda tarikat liderlerine verdiği iftar yemeğini, Kudüs Gecesi adıyla düzenlenen tiyatro oyunun ve dönemde yaşanan olayları anımsattı. Güneydoğu’da yapılan örgüt cinayetlerine ve domuz bağıyla öldürülmüş insan cesetlerine atıfta bulunan Karadayı, milletvekillerinin Cumhuriyet karşıtı söylemleri ve sürekli aydınlık için bir dakika karanlık eylemlerinin halen hafızalarda olduğunu kaydetti.
ÇİLLER BAŞBAKAN OLARAK GÖREVİ TESLİM ALSA İDİ…
Halkı rahatsız eden yaygın ve olumsuz faaliyetler karşısında, Türkiye’nin hemen hemen her tarafında ‘Aydınlık için bir dakika karanlık’ eylemlerinin bugün hala hafızalarda canlılığını muhafaza ettiğini belirten Karadayı, olumsuz olaylar bahane edilerek, hiçbir zaman asla bir darbe düşüncesi oluşmadığını, buhranın Anayasal organlar eliyle çözüldüğünü ifade etti. Karadayı, “Bu yasada dışı gelişmelerin Güneydoğu’da ve Kuzey Irak’ta terörle cansipare mücadele eden Türk Silahlı Kuvvetlerimizle ne gibi bir organik ilişkisi ve bir bağlantısı olabilirdi?” diye sordu. 28 Şubat’ın ne olduğunu anlatan Karadayı, sözlerine şöyle devam etti:
“28 Şubat nedir? Bugün, yani olaylardan 17 sene sonra ortaya konan bir iddianame ile ben, bir numaralı sanık olarak, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini, cebir ve şiddet kullanmak suretiyle, görevini yapamaz hale getirerek yıkmak suçlaması gibi, ağır ve haksız bir iftiraya muhatap oluyorum. Böylece ben, 50 yılı aşkın meslek hayatımda ilk defa, bir iddianame ile, mahkeme karşısına çıkmış bulunuyorum. Peki, bu suçlama neye göre ve hangi maddi delillere göre yapılmıştır, onu anlamak mümkün değil.
Teşhis yanlış olursa, tedavi doğru olabilir mi? Öncelikle bu iddianame, iki temel yanlışın üzerine bina edilmiştir. Bu yanlışlar açıkça ortaya konulunca, temelsiz kalan bu iddianamenin çökmesi gerekir diye düşünüyorum. Evvela şunu öğrenmek istiyorum; O günlerde cebir ve şiddetle yıkılan bir hükümet var mıdır ? Hayır, yoktur ve olmamıştır da… 17 sene önceye dönüp, o günün gerçeklerine bakarak bir değerlendirme yaparsak, 18 Haziran 1997’de istifa eden Merhum Başbakan Erbakan’ın istifa mektubu dosyanızdadır ve o tarihte de resmi gazetede yayınlanmıştır. Bu mektupta, ortağı olan Siyasi Parti Genel Başkanına, protokolleri gereği, görev değişikliği imkanı sunabilmek için istifa ettiğini açıkça yazmaktadır.
27 Mayıs 1997’den itibaren, iki siyasi parti ve rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu’nun katılımı ile hükümetin sona erdirilmesi için, 20 gün çalışma yapıldığı, daha sonra yayınlanan dönemin Adalet Bakanı Sn. Şevket Kazan’ın kitabında ayrıntılarıyla anlatılmaktadır. 54 üncü hükümet kurulurken, zaten dönüşümlü Başbakanlık olacağı belirtilmiş olup, kamuoyu da bundan haberdardı. Peki, hangi mantıkla, iddianamede ki bu belgeye rağmen, Hükümetin , cebir ve şiddetle değiştirildiği söylenmektedir. Acaba Merhum Erbakan’ın dilekçesi aynen kabul edilip, Çiller Başbakan olarak görevi teslim alsa idi, bu gün bizleri hedef alan bu dava açılacak mıydı?”
İDAM CEZASI GEREKTİREN BİR EYLEM YAPIP, SONRA DA YÖNETİME EL KOYMAYIP…
Davanın açılması için 17 yıl beklenmesini eleştiren Karadayı, Erbakan hayattayken davanın açılması halinde merhum başbakanın taşıyacağı vicdani sorumluluk gereği, asla TSK’nın karşısında olmayacağını ifade etti. Erbakan’ın siyasi hatalarının farkında olduğunu, TSK’nın yaşanan gelişmelerde hiçbir rolünün olmadığını gayet iyi bildiğini belirten Karadayı, dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in hükümeti kurma görevini Çiller yerine Mesut Yılmaz’a verdiğini, Yılmaz’ın kurduğu hükümetinde güvenoyu aldığını anımsatarak, şöyle konuştu:
“Böylece, Millet iradesinin tecelligahı olan yüce Meclis, o günkü siyasi bunalımı çözmüştür. Gerçekler, bu kadar açık bir şekilde ifade edilmiş iken, bu gelişmeler içinde acaba benim rolüm ne olmuştur? Bunu anlamak mümkün değil. Yani benim, o günkü ceza yasalarına göre, idam cezası gerektiren bir eylem yapıp, sonra da yönetime el koymayıp, Parlemento içinden birinin Başbakan olmasından sorumlu olmayı göze alacak kadar, mantık dışı bir zihniyet içinde bulunduğumun ima edilmesi veya yorumlanması suretiyle, akla, mantığa sığmayacak bir anlayışla suçlanmam dahi, cebir ve şiddetle devrilen bir hükümet yoktur gerçeğini ortaya koymuyor mu? Cebir ve şiddet gibi şahsıma yönlendirilen bu ağır suçlama, ortada bu hususla ilgili hiçbir maddi delil yok iken, neden iddianamede yer almıştır? Bu durumda, diğer delil ve savunmalara hiç girmeden bu dosyanın kapatılması gerekmez mi?”
KARARLARI KİMSE ÖNCEDEN BİLEMEZ
İddianamenin ikinci büyük yanılgısının, BÇG ilgili görüşler, değerlendirmeler ve delil olarak ortaya konan, ancak birbirini çürüten ifadeler olduğunu kaydeden Karadayı, şu ifadelerle savunma yaptı:
“İddianame; bir taraftan deliller vererek , BÇG’ nin 10 Nisan da kurulduğunu belirtmekte ama, delillerini veremeyip dedikodulara dayanan, aslında o dedikoduları da sağlam kaynak gösteremeden kendi var diye yazarak, çok daha önce kurulduğunu iddia ederek, hazin ve trajikomik çelişkilere düşmektedir. Yani, Batı Çalışma Gurubu daha kurulmadan, sözde ordunun üst kademesini ele geçirmiş ve MGK ’nun üyelerine, 28 Şubat 1997 kararlarını baskı ile aldırmış olarak ifade edilmektedir. Böylece, iddianame; Başbakan, Kurul Üyeleri ve Kuvvet Komutanlarına zorla kararlar aldırabilme gücünü BÇG’de görmektedir ki, böyle değerlendirme, onlara büyük bir hakarettir.
İnanılması akla mantığa sığmayacak bu husus, iddianamenin hukuk ve mantık dışına çıkılınca, ne kadar inandırıcılıktan uzak bir duruma düştüğünü göstermektedir. MGK toplantılarında devletin istihbarat organlarının raporları çerçevesinde Cumhurbaşkanın gündeme koyduğu maddeler görüşülür. Önceden hiç kimse belirli kakarlarla toplantıya gelmez. Gündem maddeleri konuşulurken herkes fikrini söyler MGK’da çıkacak kararları hiç kimsenin daha önceden bilmesi mümkün değildir, böyle bir şey asla mümkün olmaz. Kararlar toplantı devam ettiği sürece yavaş yavaş oluşur. Silahlı Kuvvetlerin siyasetin dışında kalması her zaman temel prensibimiz olmuştur. Bu sadece benim değil, bütün arkadaşlarımın da kesinlikle benimsediği bir husustur.”