Türkiye’deki gelişmeler Almanya’da yakından izleniyor. Alman Bilim ve Siyaset Vakfı’ndan Dilek Kurban, yolsuzluk skandalının perde arkasını ve bundan sonraki muhtemel gelişmeleri DW’ye değerlendirdi.
Bir ayakkabı kutusu, Türkiye’nin belkide en büyük yolsuzluk skandallarından birinin sembolü olarak hafızalara kazındı. Zira İstanbul’da düzenlenen yolsuzluk operasyonunda gözaltına alınan Halk Bankası genel Müdürü Süleyman Aslan’ın evinde ayakkabı kutularına saklanmış 4,5 milyon dolar bulunduğu açıklandı. Aynı şekilde İçişleri Bakanı Muammer Güler’in oğlu Barış Güler’in evinde de çok miktarda döviz ve Türk parasının yanı sıra 6 kasa ve bir de para sayma makinesinin bulunduğu duyuruldu. Türk kamuoyu ise sadece yolsuzluk iddialarına değil, bu eksende ortaya çıkan AKP hükümeti ve Gülen Hareketi arasındaki iktidar mücadelesine de odaklanmış durumda. Alman Bilim ve Siyaset Vakfı’ndan (SWP) AB ve Dış İlişkiler Uzmanı Dilek Kurban, söz konusu mücadelenin aslında yeni olmadığını, değişen görüş ve çıkar ayrılıklarına göre evrildiğini şu sözlerle aktarıyor:
“Son beş altı seneden beri bunları duyuyorduk; yani AKP ile Gülen Hareketi arasındaki uzun yıllara dayanan ittifakın çözülmeye başladığı ile ilgili yorumlar yapılıyordu. Bunun göstergeleri olarak da Ergenekon soruşturmasındaki bazı dosyaların hazırlanmasında gazeteciler Nedim Şener, Ahmet Şık ve eski emniyet müdürü Hanefi Avcı’nın tutuklanmasında cemaatin etkileri işaret ediliyordu. Ancak gerginliğin had safhaya çıktığı an, PKK’nın Avrupa’daki temsilcileri ile MİT arasında Oslo’da gerçekleşen görüşmelerin basına yansımasının ardından, bir savcının bu görüşmeleri yürüten MİT’in en yetkili ismi Hakan Fidan’ı ifade için savcılığa çağırmasıydı. Hakan Fidan başbakan istemediği için bu görüşmelere gitmemişti. Akabinde başbakan bir açıklama yapıp, aslında bunun doğrudan kendisine yönelik bir siyasi girişim olduğunu söylemişti. Daha o zaman AKP ve Gülen Hareketi arasında büyük bir kavga olduğu açığa çıkmıştı.”
Tehlikeli sinyaller
Dilek Kurban, AKP’nin iktidara talip olduğu yıllarda sloganının yolsuzlukla mücadele olduğunu hatırlatarak, yolsuzluk skandalının hükümetin sonunu getirebileceğini ileri sürüyor. Uzman, ister ortak bir yapının çekişmesi ister hesaplaşma olarak algılansın, yürütülen operasyonun ülke ve demokrasi adına tehlikeli sinyaller içerdiğine dikkat çekiyor:
“Şöyle bir gerçek var ve ben bunu endişe verici buluyorum; Türkiye’de seçilmiş hükümeti aşan, onu hazırlıksız yakalayan, devlete hâkim ama herhangi bir siyasi sorumluluğu bulunmayan ve hiçbir şekilde şeffaf olmayan bir hareket mevcut. Bu, şunu gösteriyor aslında hiç kimse güvende değil. Ama öbür taraftan da ayan beyan ortada ki, içinde hükümetin üst düzey bakanlarının, yetkililerin olduğu çok ciddi yolsuzlukların delilleri var. Dolayısıyla bunun arkasında sadece Hizmet var, hükümeti devirmeye çalışıyorlar demek, meseleyi hafife almak anlamına gelir. Aslında olaya karışan bu üç bakanın da hemen istifa etmesi gerekirdi, ancak ne yazık ki, Türkiye’de böyle bir demokrasi kültürü henüz yok.”
Skandal sonrası muhtemel gelişmeler
Yolsuzluk skandalının Avrupa’da nasıl okunduğunu da değerlendiren AB ve Dış İlişkiler Uzmanı Dilek Kurban, bu cenahtan genelde Erdoğan hükümetini yolsuzluk konusunda uyaran yorumların geldiğini ifade ediyor:
“Arkasında ne olursa olsun yolsuzluğun çok ciddi bir mesele olduğu, bunun hafife alınmaması gerektiği ve hükümeti çok zor duruma düşürebileceği yorumları var. Ben ise bütün bu olanlardan şöyle bir hayır görüyorum; birincisi zoraki, kirli bir şekilde de olsa biraz şeffaflaşma olacaktır. Yani en azından daha çok şey biliyor olacağız, bu her ne kadar hukuk dışı bir şekilde gözümüzün önüne seriliyor olsa dahi. İkincisi özellikle hükümet kanadında başbakan ve diğer yetkililer başta olmak üzere hukuk devletinin, insan hakları ilkelerinin, demokrasinin ne kadar önemli olduğunun farkına varılmaya başlanacaktır.
‘Erdoğan ve partisi puan kaybetti’
Ayrıca her iki tarafın da bu, muktedir olma halleri zedelenmiş olacak. Daha az güçlü olacaklar, kim kazanırsa kazansın bu, ülke için son derece iyi bir şey.”
Kürt sorununa farklı yaklaşım ‘ayırdı’
Dilek Kurban ayrıca Erdoğan ve Gülen Hareketi arasında bir diğer görüş ayrılığının Kürt sorununa bakışta yaşandığını belirterek, Kürt siyasi hareketinin kanaatinin de bu yönde olduğunu kaydediyor. Kurban, Öcalan’ın Oslo görüşmeleri esnasında Gülen Hareketi’nin hükümetin ayağını kaydırmaya çalıştığını görerek, milletvekilleri aracılığıyla ‘Barış sürecini’ bizzat kendisinin başlattığını kamuoyuna duyurduğunu söylüyor. Uzman, Kürt meselesinde de iktidar savaşlarının sürdüğünün altını çizerek, nedenlerini ise şöyle gerekçelendiriyor:
“Epeydir bildiğimiz bir şey var ki, Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı özellikle Güney Anadolu Bölgesi’nde İslami kesimdeki sivil toplum örgütleri ve Cemaat ile BDP ve PKK arasında bir siyasi rekabet var. Dolayısıyla orada da bir güç mücadelesi mevcut. Bunun bir nedeni bu olabilir; yani siyasi rekabetin bir sonucu olarak Gülen’in BDP’nin daha fazla güçlenmemesini istemesi olabilir. Bir diğeri de yapılan yorumlarda da olduğu gibi, Kürt sorununu çözmüş bir iktidarın çok daha güçlü olacağı ve yerleşeceği endişesinden hareketle çözüm sürecini baltalamak istemeleri olabilir. “