Yahudi ve Hristiyanların kitaplarını kutsayarak, günümüzde bunları ölü metinler haline getirdiklerini, benzer tavrın son zamanlarda müslüman dünyada da arttığına dikkati çeken Eliaçık hoca, ” Aynı şeyi Müslümanların Kur’an için yaptığını görüyoruz. Öyle ki Kur’an topluca “Lehv-i mahfuz”da yazılmış, oradan dünya göğünün semasına indirilmiş, oradan da Hz. Peygamberin kalbine ilka edilmiş… Kur’an lehv-i mahfuz da Kaf Dağı kadar büyük Arapça harflerle yazılmış… İçinde ezelin ve ebedin bütün bilgisi varmış… Kıyamete kadar olacak bütün olaylar ayetler içine yerleştirilmiş olup, bunları ebcet hesabı yaparak, şifrelerini çözerek bulabilirmişiz… Sonsuz anlam hazinelerine sahipmiş, çalkaladıkça kendisinden yağ çıkan bir kap gibiymiş… Batıda ortaya çıkan bilimsel keşifler zaten Kur’an’da haber veriliyormuş… Örneğin Ebabil kuşları füze başlıkları, Belkıs’ın tahtını getirme ışınlama demekmiş… vs. vs.Bu anlayışa göre yeryüzünde olaylar olmadan önce Kur’an vardı. Kur’an’ın gerçekleşmesi için olaylar öyle olmak zorundaydı (!). Tıpkı önce Tevrat vardı, sonra alem ona göre yaratıldı veya önce logos (söz) vardı, sonra insanın sürgünü başladı gibi. Bu, sözü vakıaya, cevabı soruya önceleyen bir anlayıştır. Allah’ı bırakıp kitabını, peygamberini ezeli ve ebedi görmektir. İşaret edilen yöne gitmeyi bırakıp işaret parmağı ile uğraşmaktır” diye konuştu.
KUR’AN KUTSAL TAPINMA NESNESİNE DÖNÜŞTÜ…
Hal böyle olunca Kur’an’ın kutsal tapınma nesnesine dönüştüğünü vurgulayan Eliaçık hoca, sözlerini şöyle noktaladı: ” Eh, böyle olunca Kur’an alem yaratılmadan önce “lehv-i mafuz” da yazılır, ezeli ve ebedi “logos” olur. Kutsal tapınma nesnesine dönüşür. Yaş kuru ne varsa içinde onu ararsınız, abdestsiz dokunamaz, “nass” haline getirir; “dogma” yaparsınız. Üzerinden tefekkür kalkar, teberrüken okunur. Kutsalı anlamaya gerek yoktur, çünkü anlaşılacak bir tarafı yoktur, tapınmak için vardır. Kutsala dokunamadığınız gibi hayatın içine de taşıyamazsınız çünkü kirlenir. Kutsal yeryüzüne inmez, inmemelidir, o yüce ve ulvi yerinde durmalıdır. Dünyanın pis işlerine, kirli siyaset ve devlet işlerine hele asla bulaştırılmamalıdır. Çekildiği kutsal köşesinde tertemiz durmalı, ayinlerde anılmalı, tapınaklarda en ulvi duygular ile terennüm edilmelidir. Oysa Kur’an’a abdestsiz dokunmanın bir sakıncası yoktur. Ne Kur’an’ın bunu söylediğini, ne de sahabelerin böyle bir şey yaptığını görmüyoruz. “Bu çok değerli bir Kur’an’dır. Korunmuş bir kaynaktan (Lehv-i mahfuz) gelmektedir. O (kaynağa) tertemiz olandan başkası dokunamaz” (Vakıa; 77-79) ayeti Kur’an’ın inişi ile ilgilidir. Yani peygamber mecnun (cinlerle konuşan) veya kahin (kehanette bulunan) değildir. Şeytanlarla veya cinlerle konuşmuyor; Allah’tan geliyor bu kitap demek istiyor. Burada lehv-i mahfuz Allah’ın iradesi oluyor; korunmuş levha, sağlam kaynak anlamında…
“Kur’an’ı biz indirdik (indirirken) koruyan da biz olacağız” (Hicr; 15/9) ayeti de böyledir. Bunun gerekçesini de zaten bir önceki ayet veriyor: ‘Ey kendisine kitap indirildiğini söyleyen, aslında sen cinlerle konuşuyorsun. Eğer doğru söylüyorsan melekleri neden göremiyoruz?’ diyorlar.” (Hicr; 15/6). Böyle diyenlere diyor ki onu cinler indirmiyor, onu indirirken biz koruyoruz, cinler, şeytanlar araya giremez. Keza Kur’an’ın kendisinden bahsederken “Kutsal Kitap” tabirini kullandığını da göremiyoruz. Bu, eski dünya dinlerine ait bir tabir olup, altında, din adamlarının kendilerini kutsatma ve böylece bu kutsallığın gölgesinde otorite kurma, kendilerini tartıştırmama, aklı ve tefekkürü kaldırma amacı yatar.” (KUR’AN KUTSAL KİTAP MIDIR?”