34,4465$% 0.3
36,3032€% 0.16
43,4559£% -0.34
2.836,84%0,10
2.562,19%-0,20
9.389,62%-0,33
Sevgili okurlarım, Recep Bey bir süre önce büyük bir projesini (!) açıklamıştı.
Ahali için her mahallede kıraathaneler açacak, oralarda çay ve kek beleş
olacaktı!
Ama olmadı, yapamadı!
Şimdi bu müthiş fikrin (!) Osmanlı’da nasıl ve ne zaman oluştuğunu bir kez daha
görelim. Ancak o zaman kıraathanelerde çay ve kek yoktu!
Tarihçi Peçevi İbrahim Efendi, 1600’lü yıllarda yaşamış ve pek çok olaya
tanıklık etmiş okuryazar, araştırmacı bir Osmanlı aydını.
Kendisinden önce olanları ve kendi döneminde birebir yaşadılarını tatlı tatlı,
belgelerle ve tanıklar göstererek anlatmış.
Kültür Bakanlığı tarafından yıllar önce bastırılan ve iki ciltten oluşan
kitabının adı “Peçevi Tarihi.”
Kitabında çok değişik olaylara, özellikle kazanılan zaferlere, uğranılan
bozgunlara ve başkent İstanbul’da yaşanan olaylara geniş yer veriyor.
Araştırıcı kişiliği ile Osmanlı dönemindeki bazı sosyal olayları da anlatıyor.
Örneğin kahve Osmanlı’da ilk kez nasıl ortaya çıkmıştı, tütün nasıl gelmişti…
Sözü günümüz Türkçesi ile Peçevi’ye bırakıyorum. Hiç değilse korona belasından
birkaç dakika uzaklaşmış oluruz!
★★★
“Yıl 1554. Bu tarihe kadar başkent İstanbul’da ve kesinlikle bütün Rum ilinde
(Rumeli ve Anadolu’da) kahve ve kahvehane yok idi.
Söylenen yılın başlarında Halep’ten Hakem adında bir esnaf ile Şam’dan Şems adlı
kibar bir kişi gelip Tahtakale’de açtıkları birer büyük dükkanda kahve satmaya
başladılar.
Keyiflerine düşkün bazı kişiler, özellikle okuryazar takımından birçok kimse
buralarda bir araya gelmeye ve yirmişer otuzar kişi olarak toplantılar
düzenlemeye başladılar. Kimisi kitap ve güzel yazılar okur, kimisi tavla ya da
satranç oynardı.
Bazen yeni yazılmış gazeller getirip şiir ve edebiyattan söz edilirdi. Ahbap
toplantıları yapmak için büyük paralar harcayarak ziyafetler çeken kimseler,
artık bu masraftan kurtulup bir iki akçe kahve parası vererek toplantıların
safasını sürmeye başladılar.
İş o dereceye vardı ki, işlerinden çıkarılarak yeniden görev almak için belli
bir süre beklemek zorunda olan memurlar, kadılar, müderrisler (din hocaları) ve
işsiz güçsüz takımı böyle eğlenecek ve gönül avutacak yer bulunmaz deyince
kahvehaneler dolup taşmaya başladı ve oturacak, hatta duracak yer bulunmaz oldu.
Kahvehaneler o kadar ün saldı ki mevki ve rütbe sahiplerinden başka, ileri gelen
büyükler de buralara ellerinde olmadan sürekli gelir oldular.
İmamlar, müezzinler, sofular ve halk kahvehanelere dadandı.
Mescitlere kimse uğramaz oldu deniliyordu.
Din bilginleri ise ‘Kötülükler yuvasıdır, kahveye gitmektense meyhaneye gitmek
daha iyi olur’ gibi laflar söylüyorlardı.
Özellikle vaizler, yasak edilmesi için çok çaba harcadılar.
Müftüler de yanarak kömür haline gelen her şey düpedüz haramdır diye fetvalar
verdiler.
Rahmetli Sultan Murat (4. Murat) zamanında -Allah’ın rahmeti üzerine olsun-
kahvenin yasak edilmesi için sıkı tedbirler alındı. Ama yine de önüne
geçilemedi.
Kimi dostlar ‘Koltuk kahvesi’ diye çıkmaz sokaklarda ve bazı dükkanların
gerisindeki arka kapıdan işlemeye başladılar. Daha sonra özel izinler aldılar ve
kahveden vazgeçmediler.
O zamandan sonra kahve o kadar sürüm buldu ki artık yasaklanmaktan kalktı.
Vaizlerle müftüler artık ‘Kömür derecesine gelmezmiş, içilmesinde sakınca
yoktur’ der oldular.
Ulema (din bilginleri), şeyhler ve büyük vezirler, gelir kaynağı olarak
kahvehaneler açtılar ve büyüklerden kahve içmez adam kalmadı. Hatta o hale geldi
ki, birer ikişer altın kira alır oldular.”
★★★
Peçevi İbrahim Efendi kitabında tütünü de anlatıyor. Bu bölümün başlığı “Kötü
kokulu ve sağlığa zararlı tütünün ortaya çıkması.”
Aynen günümüzdeki sigara ve duman olayı!.. İçene ve çevreye zarar veren ve o
zaman bile pek çok yerde yasaklanan bir nesne…
Okuyunca günümüzdeki benzerlikleri göreceksiniz. Peçevi yazıyor:
★★★
“Tütünü (İstanbul’a) 1600 yılında İngiliz kâfirleri getirdiler ve rutubetten
ileri gelen kimi hastalıklara ilâçtır diye sattılar. Keyif ehli (keyfine düşkün)
kimi ahbaplar, keyif verir diye tiryakisi oldular.
Giderek, keyif ehli olmayanlar da kullanmaya başladılar. Hatta ulema ve devlet
büyüklerinden birçokları da o tutkuya kapıldılar.
Kahvehaneler, rezil ve ayaktakımı kimselerin fazla tütün içmelerinden dolayı
dumanla doldu ve içinde olanlar birbirini göremez oldu.
Çarşı ve pazarlarda ellerinden lüle düşmez oldu. Birbirinin yüzüne üfleye üfleye
çarşı ve mahalleleri de kokuttular ve üzerine nice saçma sapan şiirler yazıp
yerli yersiz okuttular.
Kimi dost çevreleri arasında defalarca tartışmalar oldu. Tütünün iğrenç kokusu
hemen adamın sakalına ve başörtüsüne, üzerindeki giysiye, özellikle de eğer
içinde içilirse evine siner.
Bundan başka halı ve keçe gibi eşyayı, evdeki yatakları yakar, kül ve köz ile
dört bucak pislenir.
Uykudan sonra bu uğursuz kokunun dimağı etkilediği ve fazla kullanılması ile
insanın çalışamaz hale geldiği, elleri iş görmekten yoksun kaldığı ve bunlar
gibi daha birçok korkunç zararları görülürken, zevki ve yararı nerededir diye
soruldukça ‘Bir eğlencedir, bunun dışında sefası zevk verir’ demekten başka bir
cevap verememişlerdir.
Halbuki bundan ruhça bir zevk ihtimali yoktur. Bu cevap bir cevap olamaz. Sadece
tatsız tuzsuz bir ağız kalabalığından başka bir şey değildir ve büyük
günahlardan sayılmalıdır.
Hepsi bir yana, tütün İstanbul’da kaç kez büyük yangınların çıkmasına yol açmış
bulunmaktadır. Nice adam o ateşe yanmış ve yakılmıştır. Ancak gerçekte forsa
(kürekçi esirler ve köleler) çalıştıran gemilerde gardiyanlar kullanırlarsa
biraz uyku giderici etkisiyle forsa gözetleyiciliğine yararlı olduğu inkâr
olunamaz. Bir de rutubeti gidererek kuruluk getirir.
Fakat bu kadarcık bir yarar için birçok zararlarına katlanmak ne akıl kârıdır,
ne de geleneğe uyar.
1635 tarihine gelinceye kadar tütün o kadar yaygınlaştı, o kadar ün kazandı ki,
yazılması ve anlatılması imkânsızdır.
(adsbygoogle = window.adsbygoogle || []).push({});
Ulu Tanrı padişahımız hazretlerinin ömürlerini, adalet ve insaflarını çok çok
artırsın ki, bütün Osmanlı ülkelerinde kahvehaneleri kaldırıp yerine uygun
dükkânlar koydurmuş ve kokuşmuş tütün içilmesini kesin olarak yasaklamıştır.”
★★★
O yıllarda sigara henüz yok ama tütün düşmanı tarihçi Peçevi İbrahim Efendi’nin
tam bir Yeşilaycı olduğu anlaşılıyor!
Tekalif-i Milliye
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.