Erbakan yakın isimlerden Recai Kutan, 28 Şubat sürecinde yaşananları anlatırken, Necmettin Erbakan’a yönelik eleştirilere de yanıt verdi.
Milliyet gazetesinden Fikret Bila’nın haberi şöyle:
Necmettin Erbakan Hoca’nın en çok güvendiği isimlerden biri, belki de en başta geleni Recai Kutan’dır. O kadar ki, Erbakan Hoca ne zaman siyaset dışında kalsa partiyi Kutan’a emanet etmiştir. RP’nin kapatılmasından sonra Fazilet Partisi’nin de, onun kapatılmasıyla kurulan Saadet Partisi’nin de Genel Başkanı Recai Kutan’dır. İstanbul Teknik Üniversitesi’nde başlayan bu dostluk ve güven ilişkisi Erbakan’ın vefatına kadar sürmüştür.
Recai Kutan, siyasette devlet adamlığını hep ön planda tutan, saygın bir yere sahipti. Saadet Partisi Genel Başkanlığı’nı bıraktıktan sonra, gençliğinden beri çok emek verdiği Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Merkezi’nin (ESAM) başkanlığını yürütüyor. Siyasette ve devletteki deneyimleriyle ESAM’ın düşünce ve proje üretmesine katkıda bulunuyor.
Kutan’ın başkanlığındaki ESAM’ın son projesi yeni anayasayla ilgili. Geçtiğimiz ekim ayında gerçekleştirdikleri, “Milli Anayasa Şzrası”ndan sonra şimdi 80 sayfalık bir, “Hak ve Özgürlükler Beyannamesi” üzerinde çalışıyorlar.
Recai Kutan ve ESAM’daki çalışma arkadaşları, dün Milliyet’in Ankara bürosunu ziyaret ettiler. Kutan, yeni anayasayla ilgili görüşlerini açıkladı.
Kutan, 28 Şubat sürecinde Refahyol Hükümeti’nde Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı’ydı. Bir özelliği de dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’le yine İTÜ yıllarına dayanan dostluğuydu. Kutan, bu dostluk nedeniyle 28 Şubat sürecinde Erbakan’la Demirel arasında köprü görevi de gördü. 28 Şubat’ı önlemek için Çankaya’yı sık sık ziyaret etti.
Kutan’la yeni anayasa önerileri dışında 28 Şubat sürecini de konuştum.
“Ortağımız çürüktü”
“Sayın Kutan” dedim, “Erbakan Hoca, 28 Şubat’a neden direnmedi, neden istifa etti, diye eleştiriliyor. Neden istifa etti, size göre?”
– Rahmetli Erbakan Hoca’nın ve benim teşhisim, tek cümleyle şudur: Ortağımız çürük çıktı.
“Tansu Hanım önerdi”
Erbakan Hoca, ortağından nasıl bir duruş bekliyordu? Tansu Çiller’le konuşmadı mı?
– Elbette konuştu. Fakat istifasını Tansu Hanım önerdi. Bizim, koalisyon kurarken imzaladığımız bir protokol vardı. Buna göre, dönüşümlü Başbakanlık olacaktı. İki yıl Erbakan, iki yıl da Çiller Başbakan olacaktı. Zaten 6-7 ay sonra Başbakanlığı Çiller’e devredecekti. Çiller, bunu öne almamızı önerdi. Erbakan’a, ‘siz istifa ederseniz ben Başbakanlığı devralırım böyle devam ederiz’ dedi.
Erbakan da kabul etti
– Şöyle oldu: Erbakan Hoca, Tansu Hanım’a dedi ki, ‘peki ben istifa ettikten sonra Cumhurbaşkanı görevi sana verecek mi, ya vermezse?’ Tansu Hanım da dedi ki, ‘ben Cumhurbaşkanı Demirel’le görüştüm, Başbakanlık görevini bana verecek’. Hoca, bu cevabı alınca istifa kararı aldı ve biliyorsunuz imzalar topladık, güvenoyu sayısından fazla; bu imzalarla istifa etti ama Demirel görevi Tansu Hanım’a değil, Mesut Yılmaz Bey’e verdi.
“Yılmaz nazik davranmadı”
Erbakan Hoca, 28 Şubat’a karşı muhalefet partilerini de ziyaret etmişti. Muhalefetten destek veren oldu mu?
– Hayır olmadı. Erbakan Hoca, siyasete müdahale karşısında parlamentonun ortak bir ses vermesi gerektiğini düşünüyordu. Bu amaçla muhalefet liderlerini ziyaret edip, ‘gelin hep beraber bu müdahaleye karşı parlamento olarak bir deklarasyon yayımlayalım’ dedi. Ama bunu muhalefet liderlerinin hiçbiri kabul etmedi. Hatta Mesut Yılmaz Bey, pek de nazik olmayan sözlerle Erbakan Hoca’yı üzdü. Mesut Bey, ‘Hocam’ dedi, “Arabayı duvara tosladıktan sonra geliyorsunuz’. Bu söz üzerine Erbakan Hoca, ayağa kalktı ve görüşme bitti.
“28 Şubat’ın iki nedeni vardır”
Sizce 28 Şubat’ın nedenleri neydi? Bu süreç atlatılamaz mıydı?
– Erbakan Hoca’nın da bizim de teşhisimize göre, 28 Şubat’ın iki temel nedeni vardır. Birincisi dış politikada “D-8 olayı”, ikincisi de ekonomideki “havuz uygulaması”dır.
Bu nedenleri biraz açar mısınız?
– Erbakan Hoca’nın bir projesi vardı: “D-160 projesi”. Hoca, 160 ülkeyi bir araya getirmeyi ve dünyada yeni bir denge kurmayı hedefliyordu. İlk aşamada 60 Müslüman ülkeyi bir araya getirmeyi düşünüyordu. Sonra bu halkaya Müslüman olmayan diğer ülkeleri de katacaktı. Nitekim Başbakan olunca bu 160 ülkenin dışişleri bakanlarını davet etti, toplantı yaptı. Orada gördük ki, 160 ülkeyle toplanmak zor, kiminin uygun olduğu gün bir başkası olmuyor. Bunun üzerine Hoca, ilk çember olarak nüfusu 60 milyonu aşan 8 Müslüman ülkeyi bir araya getirdi ve buna “D-8 projesi” adını verdi. Ve D-8 kuruldu. Hâlâ da mevcuttur ama aktif olarak işletilmiyor. Anlaşmaları yapılmıştı. Amacı bu ülkelerin dayanışmasıydı, ekonomilerinin canlanması, ortak sanayi üretimlerinin yapılması ve Batı’ya bağımlılıktan kurtulmalarıydı. Tabii bu Batı’daki ittifaklara karşı bir alternatif de değildi hem Batı’ya hem D-8’e üye olmak mümkündü. Erbakan Hoca’nın D-8 projesi, 28 Şubat’ın önemli nedenlerinden biridir. Çünkü bu oluşum, ABD’yi ve İsrail’i rahatsız etti. Hoca’nın bu girişiminden, D-8’e Türkiye’nin liderlik etmesinden çekindiler.
İkincisi ise, ekonomide aldığımız kararlardı. Erbakan Hoca, bir ‘havuz projesi’ başlattı. Kamu paralarını tek havuzda topladı, ‘ihtiyacı olan kamu kurumu bu havuzdan para alacak’ dedi. 28 Şubat’ın ikinci nedeni de budur. Biz, kamuda mali sıkıntıya çözüm bulmuştuk, iç borçlanmayı ciddi ölçüde azaltacak bir formüldü. O dönem bu havuzda 10 milyar dolar topladık. Kamu bankaları, paralarını yurtdışında tutuyordu. Kamu kurumunun birinde ihtiyaçtan fazla para varken diğeri yüksek faizlerle borçlanarak para buluyordu. Erbakan Hoca, havuz uygulamasıyla bu sorunu çözdü. İşte havuz uygulaması da o zaman bankaların, büyük sermayenin işine gelmedi. İkinci neden de havuz uygulamasıydı. Yoksa, yok Başbakanlık’ta iftar yemeği, cami yapımı gibi tartışmalar değildi. Onlar müdahale için vesile yapılan şeylerdi. Yani 28 Şubat’a gerekçe olsun diye öne sürülen göstermelik örneklerdi, asıl neden benim söylediğim iki nedendi.
Küfreden general
Kutan, Erbakan Hoca’nın bir generalin kendisine hakaretamiz, küfürlü sözler sarf ettiğini de duyduğunu (dönemin Erzurum Jandarma Bölge Komutanı Tuğgeneral Osman Özbek’in sözlerini kastediyor) ancak inanmak istemediğini belirterek, şöyle konuştu:
– Erbakan Hoca’ya bir generalin Erzurum’da kötü sözler sarf ettiği iletildi. Erbakan Hoca, her zamanki devlet adamlığı ve hoşgörüsüyle, ‘söylememiştir herhalde, zannetmiyorum’ diye karşılık verdi. Arkadaşlar da ısrar ettiler ve bir ceza verilmesi gerektiğini de söylediler. Israr üzerine Erbakan Hoca, ‘Şimdi bir densizlik için ordu ile milleti karşı karşıya getirmek istemiyorum. Kem söz sahibine aittir’ karşılığını verdi. Bildiğiniz gibi Erbakan Hoca, her zaman devletle milleti karşı karşıya getirmekten kaçınan bir devlet adamlığı anlayışına sahipti.
‘Müdahil olmayacağım’
12 Eylül davası başladı. Şimdi de 28 Şubat soruşturması. Siz 28 Şubat’la ilgili suç duyurusunda bulunmadınız. HAS Parti bulundu. Kişisel olarak müdahil olmayı düşünüyor musunuz?
– Hayır düşünmüyorum. Saadet Partisi de suç duyurusunda bulunmadığı gibi müdahillik konusunda da bir karar almadı. Böyle bir eğilim yok. Ben de kişisel olarak müdahil olmayı düşünmüyorum. Bizim üslubumuz farklı.
Yeni anayasa
Recai Kutan, ESAM’ın çalışmaları sonucu yeni anayasa konusunda belirledikleri ilkeleri de şöyle özetledi:
“Bizim bütün anayasalarımız Batı referanslarıyla hazırlanmıştır. Bizim milli değerlerimizi, kültürümüzü içermezler. Biz, bu nedenle Milli Anayasa Şzrası dedik, Buradaki ‘milli’ nitelemesi Batı’daki nasyonalisizm anlamında değildir; bizim değerlerimiz, kültürümüz anlamındadır. Yeni anayasa esas itibarıyla Allah’ın insanlara doğuştan bahşettiği insan hakları ve özgürlükleri esas almalıdır. Bu eksiksiz olmalıdır. Bu anlamda inanç özgürlüğü de yeni anayasanın esas alacağı bir prensip olmalıdır. Dış politikamız ve ekonomimiz de bağımlı olmamalı, milli değerlerimize ve milli çıkarlarımıza dayalı olmalıdır. Yeni anayasa, ırk temelli de olmamalıdır. Türkiye, Osmanlı’dan sonra birçok coğrafyadan gelen insanların kaynaştığı bir ülkedir. Balkanlar, Kafkaslar, Ortadoğu birçok yerden gelen insanlar bir arada kaynaşmıştır. Bu itibarla etnik esaslı bir anayasa olamaz. Türk kavramı bu anlamda bir üst kimliktir. Türklük, kültür, tarih, değer ve ideal birliğini ifade eder.”