DDK’nın ölümünü şüpheli bulduğu 8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın eşi Semra Özal geçen yıl İzzet Çapa’yla yaptığı röportajda, suikast iddialarıyla ilgili soruyu yayınlanmaması kaydıyla yanıtlamıştı. 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’i işaret eden Semra Özal, “Turgut öldükten sonra yerine kim geçti… Tabii ki her şeyi o bilir. Dönen dolapları anlatırsa sır perdesi aydınlanır” demişti.
SABAHIN ilk çayını yudumluyorum. Gazeteler masanın üzerinde serilmiş. Başlıklara söyle bir göz atarken birden yutkundumve ardından gecenin tümmahmurluğu uçup gitti üzerimden. Turgut Özal’ın mezarı açılacakmış. Devlet Denetleme Kurulu (DDK) rahmetli Cumhurbaşkanı’nın ölümünün şüpheli olduğuna karar vermiş. “Nihayet” diyorum içimden ve “o gün” aklıma geliyor. Habertürk’teki ilk röportajım. Semra Özal ile rahmetliyi uzun uzun konuşmuşuz, röportajın sonunda bir soru sormuşum:
– Rahmetlinin ölümünden üç ay önce Demirel demiş ki, ‘Turgut Bey üç ay içinde ölebilir!’
– Evet. Gazetelerde bile çıktı.
Semra Özal bu cevabın yayınlanmasını istemiyor. Bu istek üzerine ses kayıt cihazı kapatılıyor. Ama biz konuşmaya devam ediyoruz… Sorunun yanıtı da benim sırrım olarak kalsın artık…
İşte böyle noktalamıştık röportajımızı. Semra Hanım somut veriler olmadan ortalığın karışmasını istemiyordu. Ben de saygı göstermiş ve söylediklerini yazmamıştım. Daha sonra sık sık konuşmaya devam ettik. Yüksek tansiyon ve kalp çarpıntıları nedeniyle mecbur kalmadıkça yataktan çıkmak istemiyordu. Yeni gelişme üzerine aradığımda sesi heyecan doluydu, “Bu karar beni yeniden hayata döndürdü. Görüyormusun zaman beni haklı çıkardı” dedi. Sonra ne soracağımı hissetmişçesine devametti. “Sayın Cumhurbaşkanımızla konuşmadan önce hiçbir açıklama yapmayacağım sakın ısrar etme.”
“Kızmayın ama o gün size verdigim sözü tuttum, bu şartlarda susmak rahmetliye saygısızlık olur” dedim. Bendeki şeytan tüyü yine işe yaradı. Hiç olmazsa sesini çıkarmadı. Bu sessizlik bana göre “yazabilirsin” anlamındaydı. İşte Semra Hanım’ın o gün anlattıkları:
– Ah İzzet. Her şeyi bilen Süleyman Bey’dir. Bu işler köşeye çekilip susmakla olmaz. Dönen dolapları ve yaşananları anlatırsa bu olayın arkasındaki sır perdesi aydınlanacak.
– Şöyle düşün, Turgut öldükten sonra yerine kimgeçti. (Bumanidar cümleden sonra gözleri doldu) Tabii ki her şeyi o bilir. Daha fazlasını yazmıyorum. Gerisini Semra Hanım zaten savcılara ve Cumhurbaşkanımıza anlatacaktır. Ama “Her şeyi o bilir” lafına katılmamak da elde değil. Yıllarca “bir bilen” dememiş miydik Süleyman Bey’e?
Öte yandan Özal’ın Özel Kalemi Feyzi İşbaşaran: ”Eşref Bitlis’ten sonra Özal da bizzat Kuzey Irak’a giderek Öcalan’la yüz yüze görüştü. Bütün şartlarda anlaşılmıştı. Ancak hem Özal hem de Eşref Paşa peşpeşe öldü” dedi.
Devlet Denetleme Kurulu’nun Özal’ın ölümüyle ilgili raporunun yankıları sürüyor. Özal’ın en yakın çalışma arkadaşı olan Özel Kalemi Feyzi İşbaşaran da konuyla ilgili olarak Takvim gazetesine konuştu.
Devlet Denetleme Kurulu raporuna göre Özal öldürüldü. Sizin fikriniz ne?
Olay iki perde. Önce 1988’deki Kartal Demirağ’ın suikast girişimine bakmak gerekir. Bize ilk kez orada “Dur” denildi.
Kim neden “dur” dedi?
Özal, gazetelere verilen sübvansiyonu kaldırmak istiyordu. Bunu da açıkça patronlara iletti. Bunun üzerine acil toplantı isteği geldi. Harbiye Orduevi’nin 18. katında patronlarla buluştuk. Medyaya giren Asil Nadir de oradaydı. Diğerleri ondan çekiniyordu. Çünkü rüzgar gibi esiyordu. Basında hızla büyüyordu.
E ne var bunda?
Çok sert sözler söylendi. Daha sonra yurt dışına kaçan büyük medya patronu, masaya yumruğunu vurup “Sen kim oluyorsun da sübvansiyonu kaldırmaya kalkıyorsun” diye çıkıştı. Buz gibi hava esti. Bir Başbakan, medya patronu tarafından azarlanıyordu. Özal soğukkanlı davrandı. Sinirlenen medya devi ayağa kalktı, kapıya yöneldi çıkarken geri dönüp Beyefendi’yi “Bunun hesabını vereceksin” diye tehdit etti.
Yani tetiği çektiren gazete patronu muydu?
Evet oydu. Tehdit ortadaydı zaten… Biz bu işi çözdük. Sonuca ulaşınca da bunu yapanlar yurtdışına kaçtı. O patronla birlikte kaçanlara bakarsan fotoğrafı daha net görürsün…
1988 ile ölümü arasında geçen 5 yılda başka tehdit oldu mu?
Olmaz mı… Nerdeyse hergün tehdit aldık. Sadece bir kez doğru çıktı.
‘SİLAHLAR SUSACAKTI AMA…’
Kimdi bunlar peki?
Bir gün Köşk’ü halka açtım. Erzağını kapan geldi. Özal halkla bir olup bahçede piknik yaptı. Bu fotoğraf Genelkurmay’ı ayağa kaldırdı. Doğan Güreş “Siz ne yapıyorsunuz” diyerek sesini yükseltti. “Muhafız Alayı benimdir. Benim iznim olmadan kimse oraya giremez” tehdidinde bulundu. Ona rağmen yaptım.
Sorun asker miydi?
Bir tarafında o vardı. Ama sorunun kaynağı başkaydı.
Neydi?
Rahmetli Özal, Eşref Bitlis Paşa ile Malatya’dan çocukluk arkadaşıydı. Birbirlerini çok sever güvenirlerdi. İkisi de Kürt sorununun çözümü ve PKK’nın bitmesi için çırpındı.
Ne yaptılar mesela?
Hem Eşref Paşa hem Özal, Kuzey Irak’ta defalarca kez Öcalan’la görüştü. Öcalan ikna olmuştu. Silahlar susacaktı. Ama ömürleri yetmedi.
Bir dakika Özal, Öcalan’la nasıl görüştü?
Barzani ve Talabani bahane edilerek sınırın öte tarafında bir araya geliniyordu. Özal, Kürt sorunu olduğu sürece Türkiye’nin büyümeyeceğini biliyordu. Risk aldı, aldılar…
Suikastlerle bunun bir ilgisi var mı?
Olmaz mı! Öcalan 70 kişilik liste verdi. Hepsini Avrupa’ya 10 yıl inmeme karşılığında İskandinav ülkelerine gönderiyorduk. Öcalan Norveç’i istemişti. Militanlar sessizce inip köylerine dönecekti. Sınırın 10 kilometre ilerisinde silahlar bırakılacaktı. Bütün şartlarda anlaşılmıştı ama olmadı!
Ne oldu?
Danışman olarak Kemal Yamak Paşa’yı almıştık. Çok beyefendi bir insandı. Özal’ı çok severdi. Bir gün Özal haftalık yaptığımız toplantının birinde “Kemal Paşa hepiniz Harp Okulu’ndan mezun oluyorsunuz. Sen Genelkurmay Başkanı olabiliyorsun ama Jandarmanın başındaki Eşref Paşa olamıyor. Bunu bir araştır. Alt yapıyı hazırla. Gerekeni yapalım” dedi. Bu teklif ikisinin de hayatına mal oldu. Önce Eşref Paşa daha sonra kendisi öldürüldü. Kürt sorunu sürüp gitti. 1993’ten bu yana da kan akmaya devam ediyor…
Asker mi yaptı suikastleri?
Hem içeriden hem dışarıdan destek alındı. Şeytanın aklına gelmeyecek planlar yapıldı. Başarılı oldular. Çözüm olmadı. “Kan aksın” diyenler kazandı.
Eşref Bitlis olayı peki!
Askerde bir kesim uçağın düşeceğini biliyordu. Kazım Çillioğlu uçağa binecekken vazgeçip binmedi. O da biliyordu planı. Daha sonra onu da öldürdüler. Kurtulamadı!
Özal’ın ölüm sebebi Kürt sorununu çözmek istemesi yani!
Elbette. Bakın biz de devlette olmayan belgeler Uğur Mumcu’dan çıkıyordu. Bizim MİT uyuyordu. Zaten Teoman Paşa’ya ne sorsak cevap alamıyorduk. Hiç bilgi vermezlerdi. Hatta bir keresinde ABD Özal’a Birinci Körfez Savaşı’nın başlayacağını haber verdi. Tam saat belli değildi. MİT ile Cumhurbaşkanı arasındaki köprü bendim. Gerektiğinde Beyefendi’yi uyandırma yetkim vardı. O gece Özal bizi Köşk’te tuttu. “İşler karışık” dedi. Bir süre sonra televizyonu açıp haberleri izlemeye başladık. Nabi Şensoy da yanımızdaydı. Geceyarısı olmuş savaş başını almış gitmiş. Bizim MİT’ten haber yoktu. Çok sonra Müsteşar Yardımcısı elinde zarfla geldi. Zarfı bana uzatıp “Beyefendiyi kaldıralım” dedi. Kolundan tutup içeri çektim. Zaten hepimiz ayaktaydık. Savaşı canlı izliyorduk. İstihbaratçı arkadaş yerin dibine girdi. Çünkü zarfta ABD’nin vuracağı yazıyordu! Utanarak çekilip gitti…
Peki Uğur Mumcu?
Uğur Bey’le komşuyduk. Çok sık, eski ismi Köroğlu olan caddedeki camide buluşurduk. Camide çay içip sohbet ederdik. Özal da bunu bilirdi. Uğur Bey yayınladığı belgelerle bizi zor durumda bırakırdı. CASA uçakları hakkında yaptığı yayınlardan sonra Özal, Milli Savunma Bakanı Ercan Vuralhan’ı görevden almıştı. Uğur Bey çok etkiliydi. Belgeleri MİT’e sorduğumuzda da hep “Doğru efendim” cevabı alıyorduk.
‘PLAN İŞLİYORDU…’
Nasıl açıklıyorsunuz bunu?
Bilmiyorum hala… Ama Özal ile Mumcu’yu buluşturacaktım. İkisi de razı oldu. Ama Uğur Mumcu’nun da ömrü yetmedi. Bomba patladığında olay yerine ilk giden ben oldum. Manzara korkunçtu. Hemen Köşk’e gittim. Durumu anlattım. Gözlerinden yaş boşaldı. “Eyvah! Hedef, yine benim. Plan işliyor. Artık bunları kimse durduramaz” dedi.
Peki geçmişe bakınca ne görüyorsunuz?
Ailenin evladı gibiydim. Milletvekili olmak istediğimde “Gitme, beni bırakma” dedi. “Benim hakkım ama” deyince izin verdi. Benimle birlikte 2 arkadaşım daha yanından ayrıldı. Özal’ın etrafını boşaltmıştık. En büyük hatamız bu oldu. Yoksa Türki Cumhuriyetlere yaptığı gezinin programı bu kadar yorucu olmazdı. İzin vermezdim. Bir de Kemal Yamak Paşa’yı askerden haber alamadığımız için almıştık. Sağlıklı bilgi her zaman gelmiyordu. Belki ondan da gizliyorlardı. Ama en korkuncu Eşref Bitlis Paşa hem MİT hem de Genelkurmay İstihbaratI tarafından sürekli izleniyordu. Attığı her adımı biliyorlardı. O günkü zor şartlar altında çok yol adık. Ama sonuca gidemedik. Kısmet değilmiş. Allah hepsinin mekanını cennet eylesin…