Cengiz Ferecov, Azerbaycan’ın Fuzuli şehrinde yetimhaneye bebek yaşlarda bırakılır. 10 yaşına gelene kadar her çocuk gibi kötü şartlar altında hayatını sürdürürken bir gün öğretmeni eline bir şiir verip ‘bunu ezberle her gün imtihan edeceğim’ der. Küçük Cengiz’in hayatının dönüm noktası bu şiir olur. Şiiri ezberler. O güne kadar ne Nazım Hikmet’i, ne de Türkiye’yi duyan Cengiz, 1952 Haziran’ında Nazım Hikmet’in karşısına çıkıp bu şiiri okur ve evlatlığı olur. O andan itibaren de hayatı değişir. Cengiz Ferecov şimdi 61 yaşında ve Azerbaycan Tarım Bakanlığı’nda müsteşar olarak görev yapıyor. Cengiz Ferecov, onunla tanışmasını ve bilinmeyen yönlerini Türkiye Gazetesi’nden Murat Arvas’a anlattı:
ŞİİRİNİ HATASIZ OKUDUM
“1952’de 10 yaşında bir çocuktum Azerbaycan’ın Füzuli bölgesinde yetimhanede kalıyordum. Sovyetler Birliği’ne bağlı bütün yetimhanelerden 100 çocuk Moskova’ya götürülecekti beni de bu gurubun içine aldılar. Önce Bakü’ye geldik, bir konferans salonuna toplandık. Kalabalığın önünde daha önce ezberlediğim Nazım’ın şiiri hatasız okudum. Herkes alkışladı. Daha sonra üniformalar dikildi ve 3 günlük tren yolculuğu sonunda Moskova’ya ulaştık. Başımızda bizden sorumlu olan Dilara Salamova vardı. Bana, ‘Yarın, Yazarlar Birliğine gideceğiz, birçok yazarla tanışacaksınız’ dedi. Hatta ‘Stalin de orada olacak’ dedi. Stalin’i görmek bizim için hayal bile edilemezdi. Sırayla o dönemin şair ve yazarlarına ait şiirleri okuduk. Benim sıram sonlara doğruydu okudum çok beğenildi, alkışlandı. Hatırladığım kadarıyla birkaç mısrasını size söyleyebilirim:
Ben senden evvel dünyadan
köçmek isteyirem
Ben ölende beni yumazsınız, beni
bastırmazsınız
Beni yandırıp külümü bir şeffaf
şişeye dökersiniz
Benden sonra sen gelersin, sen de
bastırmasınlar
Seni de yandırıp ben olan şişeye
döksünler.
Biz hayatta kavuşamadık hiç
olmazsa küllerimiz kavuşacak
Ön sıradan uzun boylu, kıvırcık saçlı, kızıl bıyıklı biri bana yaklaştı, dev gibi geldi beni kucakladı, öptü. ‘Beni tanıyor musun’ dedi. Tanımadığımı söyleyince ‘okuduğun şiiri ben yazdım’ dedi, nereli olduğumu sordu. Bu arada Dilara hanım geldi yanımıza. Benim Rusçam yetersizdi. Yetimhanede yaşadığımı öğrenince bana birkaç defa daha sarıldı. ‘Benim de senin yaşlarında bir Mehmet’im var ama çok uzakta benden’ dedi. Beni gezmeye götürmek için izin istedi. Yanında bir kadın da vardı. Galina Grigoryevna Kaleşnikova’yı karısı olarak tanıttı. Moskova’yı gezdirdiler o gün bana. Beyaz bir gömlek ve pantolon aldı, yedik içtik gün boyu. Nazım Amca sürekli ağlıyordu. Sonra akşam olunca beni otele bıraktılar. Ertesi gün biz Azerbaycan’a geri döndük.
Kısa bir zaman sonra yetimhane Şuşa’ya tasındı. Bir gün öğretmenim beni Gümrü Kerimova Vali İdris Meherremov’un yanına götürdü. Vali bana ‘Nazım Hikmet seni evlat edinmek istiyor, Moskova’ya götürüp okutup büyütecek, artık onun yanında kalacaksın, kabul ediyor musun’ diye sordu, tereddütsüz kabul ettim. Öğretmenimle birlikte Moskova’ya geldik. Tren istasyonunda bizi Nazım Amca ve Galina Hanım karşıladı. Evlerine gittik, iki katlı balkonlu çok güzel bir evdi ayrıca dört odalı apartman dairesinde bir evi daha vardı Nazım Hikmet’in. Bana çok iyi davranıyorlardı. Hayatım bir şiirle tamamen değişmişti, yeni bir okula gidiyordum çok arkadaşım olmuştu. Bir çok oyuncak eşyaya kavuşmuştum. Bana rüya gibi geliyordu.
Nazım Hikmet, suyla kendisine yapılan işkencelerden dolayı sudan nefret ederdi. Bir gün bile yıkandığını görmedim. Bu sebeple Galina ile sürekli kavga ederlerdi. Galina çok güzel ve iyi kalpli bir kadındı. Nazım Amcayı salatalık losyonuyla siler temizlerdi. Galina doktordu sürekli muayene ederdi. Türkiye sevgisi her zaman onu ağlatırdı. Bir gün dönebilmek en büyük isteğiydi.
MÜNEVVER HANIM KIRGINDI
Rusça’yı kötü konuştuğum için adaptasyon sorunu yaşıyordum memleketimi özlemiştim dönmek istediğimi söylediğimde beni her seferinde ikna ediyorlardı. Bir gün Galina akşam eve geldiğinde ona söylememem gereken bir şeyi söyleyince Nazım’la kavga ettiler, gürültüye komşular geldi. Nazım amca bana bir tokat attı, ben o gün kesin olarak dönmeye karar verdim. Komşuların da yardımıyla yük treni ile 5 günde Bakü’ye, oradan da Şuşa’ya ulaştım. Ama Nazım Hikmet beni hiç unutmadı, sürekli aradı hediyeler gönderdi. Bu zaman zarfında birkaç defa da Bakü’de görüştük. Öldüğünde cenazesine gittim eşi Münevver hanım ve oğlu Mehmet de gelmişlerdi. Moskova’da Novaya Devici mezarlığında toprağa verdiler. Nazım Hikmet bana ‘En büyük arzum bir gün Türkiye’ye dönebilmek. O olmazsa mezarım orada olsun, o da bana yeter” demişti.