Hüseyin ASLAN: Mit Müsteşarı Hakan Fidan, İmralı’da Öcalan’la görüştü, Mardin Bağımsız Milletvekili Ahmet Türk’le, BDP Batman Milletvekili Ayla Akat da, Adalet Bakanlığı’nın izniyle Öcalan’la görüştü. Aynı şekilde İmralı da Öcalan’la, fiilen sürece dahil oldu.
Terör örgütüyle sürdürülen silahlı mücadelenin yanında, örgütle “müzakere” de yeniden başlamış oldu.
Siz çeşitli platformlarda yaptığınız açıklamalarda, “sürecin koşulsuz silah bıraktırma ile sonuçlanması ve halkın doğru bilgilendirilmesi halinde görüşme yöntemine itirazınızın olmayacağını” söylediniz.
Bu “ihtiyatlı” yaklaşımınızı detaylandırabilir misiniz, hangi koşullarda süreci desteklemezsiniz?
Kemal KILIÇDAROĞLU: Şimdi efendim deniyor ki “biz silah bıraktırmak için bu görüşmeleri yapıyoruz” Kim kalıp diyebilir ki “hayır efendim, silah bırakmasınlar” Hepimizin arzusudur zaten; silah bırakılsın, koşulsuz bırakılsın, kan dökülmesin, gerçekten de bu ülkede evlere ateş düşmesin, yeni şehitler gelmesin. En büyük arzumuzdur bu. Hükümet şunu söylüyor “biz silah bıraktıracağız”. Bıraktırıyorsanız biz ancak teşekkür ederiz, buyurun bıraktırın, bizim arzumuzda zaten bu. Görüşmenin içeriğini bilemiyoruz, takvimini bilmiyoruz, görüşmelerde neler yapıldığını bilmiyoruz. O açıdan söyledim; kamuoyu doğru bilgilendirilmeli, muhalefete, parlamentoya bilgi verilmeli, görüşmeler olabildiğince saydam sürdürülebilmeli, bir toplumsal uzlaşma sağlanabilmeli, bizim arzumuz budur. Gerçekten 30-35 yıldır devam eden bir sorun gideriliyorsa, giderilecekse, bu sorunun giderilmesinde halka hesap verilmesi gereken noktada hesabının verileceği bazı taahhütlerde bulunulmamışsa bir sorun yok zaten.
HÜSEYİN ASLAN: CHP’nin Güneydoğu ve Kürt sorunu hakkında raporları olduğu biliniyor. Bu konudaki planınız nedir, iktidar olduğunuzda, Güneydoğu sorunu ve Kürt sorununu nasıl çözersiniz, terörle mücadelede hangi araçları kullanırsınız?
Bölgede ekonomik sorunların çözülmesi, işsizliğin giderilmesi ve bireysel özgürlüklerin alanının genişletilmesi konularında nasıl bir yol izlersiniz?
KEMAL KILIÇDAROĞLU: Efendim, bu sorun çok boyutlu sorun. Kürt sorunu dediğimiz sorunun sosyal boyutu var, ekonomik boyutu var, psikolojik boyutu var, güvenlik boyutu var, diplomatik boyutu var, baktığınız zaman çok boyutlu bir sorun. Sorunun kronikleşmesi, derinleşmesi sorunun çözümünü daha da zorlaştırıyor. O halde yapılması gereken aklı egemen kılmak. Siyasette aklı egemen kılmak, ortak aklı kullanmak, başka ülkeler bu tür sorunları nasıl çözmüşler oralara inmek, oralarda araştırmalar yapmak ve sonunda sorunun şu veya bu şekilde çözümünü sağlamak için yola çıkmak. Şimdi bunu yapmanın birinci yolu ön hazırlığınız çok iyi olacak. Ondan sonra adım atmaya başlayacaksınız. Benim gördüğüm kadarıyla AKP hükümetinin bir ön hazırlığı yok. Oslo Görüşmeleri ve bunun medyaya yansıyan tutanaklarına baktığınızda bunu görüyorsunuz zaten. Şimdi yeni bir sürece girildi hatta Sayın Başbakan, Milliyetçi Hareket Partisi’ne yüklenerek “siz niçin zamanında Apo’yu idam etmediniz, ben şimdi idam etmek istiyorum” diye yollara, meydanlara çıktı ama bugün geldiğimiz nokta farklı bir nokta. Sorunun yeni olmadığını biliyoruz. Sorunun çözümüne yönelik ilk öneriyi, sağlıklı öneriyi getiren Cumhuriyet Halk Partisi’dir. İlk Kürt Raporu’nu 1980’li, 89’lu yıllarda yayınladı. O rapor yayınlandığı zaman o dönemin Sıkıyönetim Mahkemesi Cumhuriyet Halk Partisi’ne dava açmıştı. O rapordaki görüşlerin bir kısmı yerine getirildi ama bir kısmı hala daha geçerlidir. Ondan sonraki yıllarda da raporlar çıktı. Cumhuriyet Halk Partisi dışında bu soruna derinli çözüm üreten başka bir parti de yok. Ortaya konan ciddi, sağlıklı, tutarlı bir raporu yok. Biz sorunu çözmeye hazırlıklıyız. Sorunu biliyoruz, tanıyoruz. Sorun nasıl çözülür onu da biliyoruz. Bu sorunun diplomatik boyutu var derken sorunun aynı zamanda mali boyutu da var. Bir terör örgütü 5 bin silahlı adamını her gün besleyecek, silah alacak, giyecek alacak. Nasıl oluyor? Finans kaynağı nereden? Siz devletseniz eğer bir örgütü çökertmek istiyorsanız önce mali kaynaklarını kesersiniz, zaten otomatikman çöker. O zaman sizin hazırlığınızın olması lazım. Diplomatik boyutu derken bu paranın bir kısmı yurt dışından, başka ülkelerden geliyor. O zaman demek ki, sizin diplomatik gücünüz yok, etkinliğiniz yok, müdahale edemiyorsunuz, sorunun çözümü için mücadele etmiyorsunuz. Soruna teslim olan bir iktidar var, sorunu çözen değil. Ya çözüme odaklanacaksanız ya olayların peşinde sürükleneceksiniz. Geldiğimiz noktada olayların peşinden sürüklenen bir iktidar görüyorsunuz. Bir başka önemli nokta sorunun çözümünde ciddi ve samimi olacaksınız, siyasi birikiminiz olacak, sorunu iyi teşhis edeceksiniz. Bir doktor gibi… Doktor önce ne yapar? Önce hastalığı teşhis eder, ondan sonra ilacını yazar. Teşhisi koymadan ilaç yazarsanız onun yan etkileri olur, hastayı kaybedersiniz. Bizim buradaki amaç ne? Önce teşhis edeceksiniz sonra tedavi yöntemleri ortaya koyacaksınız. Ben yıllar önce devletin önemli bir yetkilisi ile görüştüm ve bu sorunun çözümü için neden başka ülkelerin tecrübelerinden yararlanmadınız dedim. Terör konusunda Amerikalı bir uzman ile görüşmüşler ve bu Amerikalı uzman şöyle bir şey söylemiş; “bu sorunun çözümü ile ilgili ben bir rapor hazırlayabilirim ama benim bu raporu hazırlayabilmem için 3 yıla ihtiyacım var. Bunun 2,5 yılının benim Doğu ve Güneydoğu Bölgesi’nde geçirmem lazım.” Bakın elin oğlu soruna nasıl yaklaşıyor. Sorunu çözmek için alanı tahlil etmeniz lazım. Şimdi Kürt Sorunu kişiden kişiye değişiyor. Kişinin kafasındaki sorun da çözüm de kişiden kişiye farklı. İşsiz birisine sorun, Kürt Sorunu kendisine iş verilmemesidir. İş verirseniz sorun yoktur. Berbere sorun farklıdır, Kürt entelektüele sorun ona göre Kürt Sorunu farklıdır. Onun için sizin sağlıklı, tutarlı bir alan çalışması yapmanız lazım. Devletin böyle bir alan çalışması yok, devlet böyle bir çalışma yapmamış. Gözleri kapalı sorunu çözeceğim diyorlar. Sürekli değişen bir politika var çünkü stratejisi yok. Bir stratejiniz olur ve o strateji üzerine yol haritanızı belirlersiniz, götürürsünüz. Bunu ortaya koyan kim? Biziz. Biz nasıl çözecektik? Dedik ki, bu sorun çözülmüyor, 30 yıl geçti aradan silahla aldık yine çözülmedi. Ne yapmamız lazım? Parlamentoda bir terörle ilgili ya da Kürt Sorunu ile ilgili ismi ne olursa bir komisyon kuralım. Her siyasal partiden eşit sayıda milletvekili yer alsın, partisini temsil etsin. Ben adım gibi eminim her siyasi partide bu sorunun çözümüne önemli katkılarda bulunacak milletvekillerimiz var. Bunun paralelinde parlamento dışında akil adamlar heyeti kuralım. Onlarda parlamento dışında sivil toplumun yansımalarını bize aksettirsin. Bakın, toplumsal uzlaşma iki ayaklıdır. Bir ayağı siyasal uzlaşmadır. Onun yeri parlamentodur. Toplumsal uzlaşmayı destekleyen ikinci ayak sivil ayaktır, o da parlamento dışındadır. Biz iki ayağın eş zamanlı çalışmasını istedik. Böylece hem soruna vakıf olacağız, hem sorunu sağlıklı tahlil edeceğiz, hem sorunun çözümü için daha ciddi, daha tutarlı kolektif adım atmış olacağız. Bunu söyledik. Bu öneriyi getiren de yine Cumhuriyet Halk Partisi. Bunun üzerine Sayın Başbakan’a gittik, kapısını çaldık. Önerimizi yaptık. Öneriyi kabul ettiler doğrudur ama ertesi gün Sayın Başbakan BDP’yi ve MHP’yi o kadar sert bir dille eleştirdi ki, sanki siz bu çözüme katkı vermeyin der noktaya getirdi ve bu baştan akim kaldı. Ben eminim Türkiye bir gün bu noktaya gelecektir. Bu sorunu çözmemiz lazım. Bakın benim oğlum askere gitmedi. Yurt dışında doktora yapıyor. Sayın Başbakan’ın oğlu 21 gün askerlik yaptı. Bunu şunun için söylüyorum. Çocuğunu askere gönderen annenin duygularını bilmek için söylüyorum. O duyguları biz anlayamayız. O çocuğunu askere gönderiyor, Doğu veya Güneydoğu’da görev yapıyorsa oradaki her çatışma, her olay o evde hüzün kaynağı oluyor. Bugün grup toplantısında da söyledim, Balıkesirli bir anne bir seçim çalışmasında geldi elime yapıştı ve siz bu sorunu çözeceksiniz, benim oğlum şehit oldu ama kız kardeşim var onun oğlunun ölmesini istemiyoruz dedi. Hiçbir şehit annesi bir başka annenin çocuğunun ölmesini istemez. Bu kadınlığın getirdiği yüce bir duygudur. Bu duyguyu anlamamız lazım o nedenle siyaset kurumu sorunu çözmek için yola çıkar, sorunu çözmek ister. Sorunu kilitlemek değil, sorunu çözeceksiniz. İsteğimiz bu.
HÜSEYİN ASLAN: Zaten İmralı’da yapılan görüşmeden sonra siz çok açıkça Ana Muhalefet Partisi Lideri olarak çok fazla tartışmadan görüşmeden bu konuda her türlü krediyi veremeye hazırız dediniz, bu gerçekten önemli aslında Ana Muhalefet Partisi’nin verdiği bu destek önemsenmeli.
KEMAL KILIÇDAROĞLU: Önemsenmeli, dikkate alınmalı. Koşullu bir kredi açtık. Koşullu, şunun için; bir, siz yaptığınız görüşmelerde samimi olacaksınız. İki; kişisel çıkar hesabı gütmeyeceksiniz. Üç; millete vereceğiniz hesapta, hesabını veremeyeceğiniz angajmanlara girmeyeceksiniz. Dört; millete ya da meclise bilgi vereceksiniz. Elinin tersi ile itti, kendisi bilir. Ama şunu söyledim, bundan sonra Doğu veya Güneydoğu’ndan gelecek her şehidin sorumlusu, vebali Başbakan’a aittir.
HÜSEYİN ASLAN: 2012’den 2013’e taşınan en önemli sorunlardan biri de işsizliktir.
TÜİK’in rakamlarına göre iki buçuk milyon kişi işsizdir, iki milyon kişi de umudunu kestiği için iş aramaktan vazgeçmiş. Her yıl 400 bin kişi de işsizler ordusuna katılıyor.
Gençler arasındaki işsizlik oranı da %25’dir. Her dört gençten biri işsizdir. İşsiz gençlerin çoğu da üniversite mezunlarıdır. Ayrıca; 12 milyon ev kadını da evde oturuyor.
Sizin; işsizlik sorununun çözümüyle ilgili bir reçeteniz var mı, bu reçetede hangi ilaçlar yazılı?
KEMAL KILIÇDAROĞLU: Şimdi bakınız, bir ekonomi politikası neyin üzerine inşa edilir? İnsanın mutluluğu üzerine. İnsanın mutluluğu nedir? İnsan çalışırsa, üretirse, alın teri dökerse, evine akşam helal ekmek götürürse o aile mutludur. Onu sağlayan nedir? Ekonomi politikasıdır. Bütün politika insanı mutlu etmeye yöneliktir. Şimdi AKP’nin izlediği politikaya bakalım. 10 yıldır iktidardalar, işsizliği çözmek için ne yaptılar? Hiç bir şey… Sayın Başbakan iki öneri sundu. Birincisi duble yollarla işsizliği çözeceğiz dedi. Duble yollarla işsizlik çözülmedi. Çünkü yol bittiği zaman onlar da tekrar işsiz kaldılar. Sorun nedir? Sürekli üretim mekanizmasının içinde olacak insan. Üretecek Türkiye. Türkiye o kadar az borçlanır, ihracatı o kadar iyi olur. Tabi üretime de geleceğim, hangi üretim olduğu da çok önemli. İşsizlik toplumun hücresindeki kanser virüsü gibidir. Bir kişi işsizse kendisi huzursuzdur, ailesi huzursuzdur, yakınları huzursuzdur, anne babası huzurdur, kızım ne zaman iş bulacak, oğlum ne zaman iş bulacak, iş bulacak da ben bunları evlendireceğim, hayata katılacaklar, ellerine ekmek geçecek, işsizlik budur, sosyal tarafı budur. Ağırlıklı olan budur. Eğer bir ülkede işsizlik yüksekse hırsızlığı, yoksulluğu, yolsuzluğu, terörü, kapkaçı, cinayetleri, kadına yönelik şiddeti azaltamazsınız. 10 yıllık dönemde kadına yönelik şiddet % bin 400 arttı. Dünyada böyle bir oran yoktur. AKP’li bir Bakan’ın bir soru önergesine verdiği yanıt kadına şiddetin % bin 400 arttığıdır. Kadına şiddet niye olur? İşsiz erkek eve geldi, ekmek getiremedi, yemek getiremedi, borcu var, iki çocuğu var, akşam tencerede yemek olacak, eşi diyecek; ekmek getirdin mi?, bu adamın durumunu düşünebiliyor musunuz? Bu adam evde huzursuzluk kaynağı olur. Onun için işsizlik çok önemli ve çözülmesi gerekiyor. Çözülmesinin yolu üretimden geçer.
Üretim nedir? Biz ekonomi büyüyor diyoruz, evet büyüyor ama işsizliği çözmüyor. Sağlıklı büyüyen bir ekonomi de işsizlik azalır. Eğer siz büyümenizi sıcak paraya borçluysanız, elin parasına, başka ülkenin parsına borçluysanız, sizin üretiminiz size katkı sağlamaz. Çünkü o para borsaya geliyor. O para devlet tahvili hazine bonosuna gidiyor. O para fabrikaya gelmiyor, sorun orada. O paranın fabrikaya gelebileceği yolu bulmanız lazım sizin. Şimdi bakın, bir kişi düşünün Londra’da oturuyor, bilgisayarın başında bir tuşa basıyor, İstanbul Menkul Kıymetler Borsası’ndan devlet kağıdı satın alıyor. Bir milyon dolar diyelim Ocak ayında aldı. Yılın sonuna geldiğinde oradan % 60’a varan kar elde ediyor. Hangi sanayici % 60 kar elde ediyor, hangi esnaf %60 kar elde ediyor? Bu parayı kim ödüyor, biz ödüyoruz. Çocukların ödediği vergi, kadınların ödediği vergi, yoksulun ödediği vergi; 74 milyon insansak 74 milyon insan bu ülkede vergi veriyor. Otobüse binerken vergi verir, telefonla konuşurken vergi verir, sigara içerken vergi verir, çocuğa bez alırsınız, makarna alırsınız, bisküvi alırsınız ne alırsanız alın vergi verirsiniz. O nedenle sistemi tersine döndürmemiz lazım. Yeni bir ekonomi politikasına, yeni bir teşvik politikasına, yeni bir tarım politikasına, yeni bir inovasyon politikasına ihtiyacımız var. Bizim parti olarak çalışmalarımız var, raporlarımız var. Bu süreçte özenle korunması ve önündeki engellerin kaldırılması gereken bir grup var; sanayiciler… Sanayicinin önündeki engeli kaldıracaksın. Ülkenin sağlıklı büyümesine katkı veren, emek veren, alın teri döken kişi bu ülkenin sanayicisi. Üretim, nasıl üretim? Sizin bilgi toplumunu yakalamanız lazım. İnsanoğlu nereden geldi? Avcılıktan geldi. Sonra tarım toplumuna geçtik sonra İngiltere’de buharlı motorun bulunmasıyla beraber sanayi toplumuna geçtik, sonra 20. yy. başlaması ile beraber 21. yy. başında dünya bilgi toplumuna geçti. Yani insan beyni artık dünyanın en stratejik ürünü. Katma değeri yüksek olan ürünler üreteceksiniz. O zaman ne olur, siz bilgi toplumunu yakarlarsınız. Neyle yapacaksınız bunu? Üniversitelerle. Ama size acı bir haber vereyim. Bizim üniversitelerin bazılarının fizik bölümleri kapatıldı. Tam tersi olması lazım, ileri teknolojiyi yakalamanın yolu fiziğe vereceğin öneme bağlıdır. Geçenlerde Sanayi Bakanı açıklama yapıyor; “üniversitelerin fizik bölümleri kapansın efendim, bize pasta yapan adamlar lazım.” Bunu söyleyen insanın bilimle teknolojiyle kesinlikle alakası yoktur. Pastacılık gerçekten önemli ve saygın bir meslektir ama üniversitenin fizik bölümü farklı bir şeydir. Elin oğlu marsa uzay aracı gönderiyor. Biz ne yapıyoruz? Uzaya füze gönderdiler, uydular, cep telefonları uzay teknolojisinin ürünüdür. Biz televizyonla, buzdolabı ile övünüyoruz. Buzdolabı 20. yy başlarında icat edilmiş bir şey, 21 yy’da buzdolabı ile övünülmez. Televizyonu ilk bulan Amerika’dır ama bugün Amerika’da televizyon üretilmez. Amerika bugün dünyanın her tarafına katma değeri yüksek mallar üretip gönderiyor. Bir şey daha söyleyeyim ekonomide bir şey daha çok önemli… Bakınız Sayın Başbakan “Türk Lirası çok değerli” diye övünüyor. Bu ekonomiyi bilmediğinden kaynaklanıyor. Bir paranın değerli kararındaysa övünürsünüz. Çok değerli de zararlıdır, az değerli de zararlıdır. Amerika’da biliyorsunuz meşhur kriz çıktı. Dolar yükselmişti. Amerika mallarını satamıyordu, ihracat yapamıyordu. Amerika Merkez Bankası karar aldı, trilyonlarca dolar para bastı ve bütün dünyayı dolara boğdu. Dolar düştü Amerikan mallarına talep arttı. Biz övündük Türk Lirası yükseldi diye biz de bu sefer ihracat yapamadık. İthalatı cazip hale getirdik. Bunu en iyi sanayici bilir. Onun için Merkez Bankası’nın görevi, Bakanların görevi, Başbakan’ın görevi, hükümetlerin görevi dünyayı yakından takip edip Türkiye’nin çıkarları doğrultusunda ekonomi politikasını sürekli güncellemesidir.
HÜSEYİN ASLAN: Ülkemizin önemli gündem maddelerinden biri de; işsizliğin yanında yoksulluk, geçim derdi ve asgari ücretlilerin acıklı durumudur.
Siz; çeşitli konuşmalarınızda, “CHP iktidarında tek bir çocuk bile yatağa aç girmeyecektir…” dediniz.
Yoksulluk sorununu çözmek için nasıl bir reçete uygulayacaksınız, asgari ücret politikanız ne olacak?
KEMAL KILIÇDAROĞLU: Bizim çok güzel bir lafımız var, “Allah kimseyi açlıkla terbiye etmesin” Yoksulluğu siyasi devlette çözecek olan siyasi otoritedir. Bunun yolları vardır. Uluslararası Çalışma Örgütü’nün 102 Sayılı Sosyal Güvenliğin Asgari Normları diye bir sözleşmesi var. Türkiye de bu sözleşmeyi 1971 yılında imzalamıştır. Bu sözleşmede 9 sigorta dalından söz eder. Bunların 8’i Türkiye’de uygulanıyor. Hastalık Sigortası, Emeklilik Sigortası, Malullük Sigortası, İş Kazası, Meslek Hastalığı Sigortası gibi… En son İşsizlik Sigortası kabul edildi. Dokuzuncu sigorta dalı Aile Sigortası’dır. Aile Sigortası yoksullukla mücadele için bütün gelişmiş ülkelerin uyguladığı sigorta dalıdır. Diyeceksiniz ki, Aile Sigortası ile AKP kömür dağıtıyor, ekmek dağıtıyor, ne farkı var? Arada büyük fark var. Birisinde siz kişinin yoksulluğunu teşhir ediyorsunuz. Aile sigortasında ise kadının banka hesabına düzenli belli bir parayı yatırıyorsunuz. Onun yoksul olduğunu hiç kimse bilmez. Yani sorunu insan onuru ile bağdaşır bir çerçeve içinde çözüyorsunuz. Aile Sigortası’nın böyle bir avantajı var ayrıca Aile Sigortası ömür boyu ödenecek bir para değil. Eğer bir yerde devlet işçi alacaksa önce o ailelerden alıyor. Çalıştırıyor ve onları Aile Sigortası’nın dışında tutuyor. Aile Sigortası’nın bir başka önemli noktası var, toplumda barışı sağlıyor, huzuru sağlıyor, devlete olan güveni sağlıyor. Ben bu ülkede aç kalmam, benim devletim bana bakar diyor. Anayasa’da değiştirilmesi bile dahi teklif edilemeyen madde; Türkiye Cumhuriyeti, demokratik, laik, sosyal bir hukuk devletidir, diyor. O sosyal vurgusunu bizim çok daha iyi yapmamız gerekiyor.
HÜSEYİN ASLAN: Türkiye’de bir vergi adaletsizliği olduğu biliniyor. Sizin de ifade ettiğiniz gibi vergi kazanandan alınmalı. Asgari ücretin vergilendirilmesi, takdir edersiniz ki adaletsizliktir. Geniş tabanlı ve adil vergi düzeni için CHP’nin bir projesi ve çalışması var mı?
KEMAL KILIÇDAROĞLU: Vergi raporumuz var. Türkiye’de vergilerin adil olmadığını herkes biliyor. Özellikle dolaylı vergilerle adaletsiz vergi daha da ağırlaşmış durumda. Buna şöyle bir örnek vermemiz gerekir. Diyelim ki, ben Milletvekiliyim. Aylık gelirim 10 bin TL. Ben de 1 ekmek alıyorum 100 kuruş vergi ödüyorum. Bir de başka bir kişiyi düşün asgari ücretle çalışıyor. 733,00 TL alıyor, onun da aldığı ekmekten ödediği vergi 100 kuruş. Bu adaletsizliktir. Onun için bunun önüne geçmemiz lazım. Bu arada toplanamayan vergi var, kayıt dışı var. En yetkililer açıklıyorlar bugün ekonominin % 42’si kayıt dışı. Kayıt dışının olduğu bir yerde siz sağlıklı bir vergi politikası oluşturamazsınız. Ama bir gerçeği bilmemiz lazım kayıt dışı ekonomi fincancı dükkanına giren fil gibi bodoslama girilecek ve çözülecek bir olay değildir. Tutarlı, dikkatli, ürkütmeden ve belli bir zaman periyodu içinde sizin çözeceğiniz bir olaydı kayıt dışı ekonomi. Bunun yarısı çözülse devlet hem vergi hem de sigorta primi açısından önemli bir gelir elde etmiş olur.
HÜSEYİN ASLAN: Ülkemizde, sağlık reformu adıyla yapılan düzenleme, uygulamada sağlık sistemini paralı hale getirdi.
Sizin de çeşitli defalar ifade ettiğiniz gibi, uygar bir devletin 3 temel görevi; eğitim, sağlık ve güvenliktir.
CHP’nin sağlık politikası hakkında bilgi verir misiniz?
KEMAL KILIÇDAROĞLU: Sağlık konusu devletin temel görevlerinden biridir. Sağlıktan devlet vazgeçemez. Sosyal devlet kavramı ağırlıklı olarak sağlığı kendi bünyesinde tutmayı gerektirir. Başlangıçta genel sağlık sigortası çıktığı zaman dendi ki, herkes kendi doktorunu özgürce seçebilecek, gidip tedavi olabilecek. Başka ne dendi? Herkes bu ülkede para ödemeden gidecek tedavi olabilecek. Başka? İstediği hastaneye istediği zaman gidebilecek. Başka ne dendi? Olur mu milletvekillerine ayrıcalık, herkes eşit olacak. Başka ne dendi? 18 yaşına kadar bütün çocuklar ücretsiz tedavi olabilecek. Geldik 2013’ün başına… Emekli hastaneye gittiğinde para öder, reçeteyi alır eczaneye gider para öder, sonra aylığını alır bir bakar aylığından kesilmiş, ne bu, doktora gitti diye para kesilmiştir. Bir doktora gitmenin bedeli olarak 3 ayrı yerde para öder. 2013’de geldiğimiz nokta bu. Bir başka önemli nokta; ne demişlerdi bunlar? 18 yaşına kadar hiçbir çocuktan para almayacağız. Bir çocuklarını götürsünler bakalım para alınıyor mu, alınmıyor mu? Siyasette halka doğruları söylemek gibi bir geleneğin oluşması lazım. Halkı kandırmakla bir yere varamayız.
Sağlık çok boyutlu bir olay. Sağlığın bir hasta cephesi var, ikincisi sağlık çalışanı cephesi var, üçüncüsü sağlığın donanımı var, dördüncüsü sağlığın finansmanı var. Bütün bunları beraber düşünmek gerekiyor. Bunları beraber düşünmediğiniz zaman çuvalın bir tarafını yamarsınız diğer tarafından patlar. Şu anda geldiğimiz nokta bu.
Bizim politikamız şu; eşdeğer ilaç uygulaması doğrudur. Ben Genel Müdürken Türkiye’de ilk kez bunu başlatmıştım. Tam zamanlı çalışma doğrudur. Genel Müdürken yine bunu başhekim atamaları sırasında dikkate alıyorduk ama buradan hekim emekli olduğu zaman maaşı yarı yarıya düşüyor. Çünkü çalışırken aldığı maaşın bir kısmından sosyal güvenlik primi kesilmiyor. Onlardan sosyal güvenlik priminin kesilmesi ve hekim de emekli olduğu zaman emekli maaşı ile çalışırken aldığı maaş arasında uçurum olmaması gerekiyor. Bu yapıldığı takdirde gerçek anlamda tam zamanlı çalışma yerine oturacak. Türk Tabipler Birliği bunu destekliyor, biz de bütün mesaimizi buraya vermek istiyoruz diyorlar. Hasta açısından, hasta ile hekim, hasta ile sağlık çalışanları arasındaki şiddeti azaltacak politikaların izlenmesi lazım. Özellikle halkla ilişkilerin bu bağlamda sağlıklı geliştirilmesi lazım. Hekim şiddete uğruyor, hemşire şiddete uğruyor. Neden, hangi gerekçeyle? Bir başka öneri ise sağlık uygulamaları için, sağlık hatalarına karşı sigorta olması lazım. Ama bunun güçlü, güvenilir, tutarlı bir sigorta dalı olması lazım. Donanım konusunda ciddi bir savurganlık var. Bu savurganlığın giderilmesi gerekiyor. Bu konuda yeni politikaların oluşturulması gerekiyor. Eğer bu yapılabilirse sağlıkta önemli tasarruflar da olur. Tasarruf dediğim para vermeyelim şeklinde değil. Savurganlığı önlemek anlamında tasarruf yapabiliriz. Eğer bu yapılabilirse Türkiye önemli mesafeler kat eder. Bir başka önemli nokta sağlıkta iyi çalışan bir sevk zincirinin olması lazım. Nedir sevk zinciri? Ben nezleyim üniversite hastanesine gidiyorum, öbürü kanser o da üniversite hastanesine gidiyor ve aynı kuyruktayız. Oysa nezlenin orada olmaması lazım. İyi bir sevk zinciri oluşabilirse o zaman nezle olan aile hekimine gidecek. Orada tedavi olamazsa o zaman bir üst tedavi kurumuna gidecek. Şu anda bir sevk zinciri yok, isteyen istediği yere gidiyor. Bu sağlıkta kaosa ve savurganlığa yol açıyor.
Bakın Sayın Başbakan ameliyat oldu. Ameliyatını yapan kişinin devlet hastanesinde ameliyat yapması yasaklanmıştı ama Sayın Başbakan olduğu için yasak kaldırıldı, peki ya sıradan bir vatandaş olsaydı? Yasak devam edecekti, bu olmaz, insan insandır. Tabip Hipokrat yemini ederken onun kişiliğine, kimliğine, unvanına, rengine, dinine vs. bakmaz. İnsan hasta olarak gelmiştir ve onu tedavi edecektir.
HÜSEYİN ASLAN: Hükümet’in dış politikasını eleştiriyorsunuz.
Türkiye’nin Suriye politikasının CHP’deki karşılığı nedir; siz iktidar olsaydınız, bugünkü koşullarda Suriye Politikanız nasıl olurdu; Suriye’deki iç savaşta doğrudan “taraf” olur muydunuz? Nasıl bir politika izlerdiniz?
KEMAL KILIÇDAROĞLU: Hiçbir zaman böyle bir politika gütmezdik. Bizim güdeceğimiz politikanın temel aksı iki temel cümleden oluşuyor; “Yurtta Barış Cihanda Barış” Ülkelerin iç işine müdahale edilemez. Cumhuriyet tarihi boyunca biz başka bir ülkenin iç işlerine müdahale etmemişiz. Tipik bir örnek vereyim, bundan yıllar önce İran ile Irak arasında bir savaş çıkmıştı, bu savaş uzun sürdü, Türkiye hiçbir zaman ne İran’dan ne de Irak’tan yana tavır koymadı. Şu tavrı koydu; savaşı durdurun isterseniz ben arabuluculuk yapayım. Suriye’de biz doğrudan müdahiliz, taraflardan birisine eline silah veriyoruz, git kardeşini öldür diyoruz. Niye kardeş kardeşi öldürsün ve niye kardeş kardeşi öldürürken silahı Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti versin, neden onun cebine para koysun. Ayrıca bakın bütün Batılı güçler başka topraklardalar. Başka coğrafyalardalar, Suriye bizim en uzun sınır komşumuz, biz yarın yüz yüze bakacağız. Eğer ülke içinde bir hata yaparsa bir siyasetçi o hatayı telafi etmek mümkündür. Bir yanlışlık olmuştur, bir hata yapılmıştır, hatta ölüme yol açan bir hata yapılmıştır, onu telafi edebilirsiniz. Telafi etmekte zorlanacağınız şey dış politikada yaptığınız hatadır. Bakın Cezayir’in bağımsızlığını biz Birleşmiş Milletler’de tanımadık. Aradan kaç yıl geçti Cezayirliler neden bizim bağımsızlığımızı tanımadınız diyorlar. Çünkü Cezayir’in bağımsızlığı için mücadele edenler göğüslerinde Atatürk fotoğrafı taşırdı. O nedenle dış politika hata kabul etmez. O yüzden dış politikada dikkatli davranmak gerekir. Dış politikayı siz ülkenin çıkarları üzerine inşa edeceksiniz. Başka ülkelerin çıkarları üzerine değil. Kendi ülkenizi düşüneceksiniz, kendi ülkeniz çıkarları doğrultusunda dış politikanızı oluşturacaksınız. Başka ülkelerin çıkarları üzerine dış politikanızı oluşturursanız, kaybeden siz olursunuz. Nitekim Suriye politikasında biz karlı mıyız? Hayır. Suriye mi karlı? Hayır. Karlı kim? Silah satanlar.
HÜSEYİN ASLAN: AK Parti, “Anayasa Uzlaşma Komisyonu”na, “Başkanlık Sistemi”ne ilişkin önerisini sundu.
Sayın Başbakan, TBMM Anayasa Komisyonu Başkanı Prof. Dr. Sayın Burhan Kuzu ve Başbakan Yardımcısı Sayın Bekir Bozdağ da, konuşmalarında sürekli bir şekilde “Başkanlık Sistemi”ni savunuyorlar.
CHP; ise “Parlamenter Sistemi” savunuyor.
Neden “Başkanlık Sistemi”ne karşısınız, Türkiye açısından gördüğünüz sakıncalar nelerdir, anlatır mısınız?
KEMAL KILIÇDAROĞLU: Türkiye’nin 1950’lerden bu yana sağlıklı bir parlamenter sistemi var. Deneyimimiz de var. Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana TBMM var, sonra çok partili sisteme geçmişiz, Cumhurbaşkanımız var, dolayısıyla sistem zaman zaman kendi içinde aksamalar ve değişiklikler olmasına rağmen parlamenter sisteme devam etmişiz. Bir dönem senato vardı, bir dönem 450 milletvekili vardı, şimdi 550 milletvekili oldu vs. Başkanlık sistemi kamuoyunda yeteri kadar tartışıldı mı? Hayır. Halk ne olduğunu biliyor mu? Hayır. Niye getiriyoruz başkanlık sistemini? Kim istiyor? Recep Tayyip Erdoğan. Neden istiyor? Cumhurbaşkanı olup da nasıl Başbakan gibi davranırım. Olamazsınız Cumhurbaşkanı. Eğer bir kişi kibirliyse, bir kişi şişmiş egosuyla Türkiye’de söz sahibi olan benim diyorsa, bir kişi halkına tepeden bakıyorsa, bir kişi halkına doğruları söylemiyorsa onun bu ülkede Cumhurbaşkanı olma şansı yoktur.
Aslında başkanlık sistemi ile anayasa görüşmelerini nasıl sabote edebiliriz çünkü biz bir sivil anayasa yapmak istiyoruz, Cumhuriyet Halk Partisi buna engel oluyor diyorlardı. Oturduk masaya, engel olmuyoruz, üstelik komisyona verdiğimiz üç üyemiz de konusunun uzmanı. Sayın Rıza Türmen, Süheyl Batum, Atilla Kart… Sivil Anayasa yapalım diyorlar, tamam biz de varız. Demokratik, özgürlükçü bir anayasayı biz de istiyoruz, medya özgürlüğünün olduğu bir anayasayı biz de istiyoruz, kadın erkek eşitliğinin, yargı güvencesinin, yargı bağımsızlığının sağlandığı bir anayasayı biz de istiyoruz. Niye istemeyelim? Bu çalışmayı nasıl sabote edelim, başkanlık sistemini getireyim, nasılsa bunlar karşı çıkarlar, dolayısıyla ben getirdim kabul etmediler diyecek. Ama biz bunun da önlemini baştan düşündük. Dedik ki, uzlaşma komisyonunda oybirliği olmadığı sürece hiçbir madde kabul edilmiş olmayacak. Dolayısıyla onlar getiriyorlar, biz kabul etmiyoruz. 20’ye yakın madde kabul edildi. Ama ikinci tur görüşmelerde Sayın Cemil Çiçek Anayasa Uzlaşma Komisyonu’nun 50 yakında madde üzerinde uzlaşabileceğini ifade etti. Tabi biz bundan memnun olduk, ne kadar çok uzlaşma olursa o kadar memnun oluruz. Rahmetli Ecevit döneminde bu anayasanın 65 maddesi değişti. Bu dönemde de değişti. Dolayıyla bu anayasa 1980 Anayasası olmaktan çoktan çıktı. Ama anayasada daha çağdaş, özgürlükçü, bireyin haklarını güvence altına alıcı bazı düzenlemeler yapmak gerekiyor, yargı bağımsızlığını sağlamak yönünden bazı düzenlemeler yapmak gerekiyor. Biz bu düzenlemelerin yapılmasını arzu ediyoruz.
HÜSEYİN ASLAN: “Belediye seçimlerinde halkın sevdiği, güven duyduğu kişileri aday göstereceğiz” diyorsunuz.
Adayları nasıl belirleyeceksiniz, kamuoyu yoklamasıyla mı, önseçimle mi, bu konuda olgunlaşmış bir görüşünüz var mı, hangi yöntemi uygulayacaksınız?
KEMAL KILIÇDAROĞLU: Yerel seçimlerde adaylarımızı belirlemek üzere şöyle bir strateji belirledik; önce nüfusu 100 bini aşan yerlerde eğilim yoklaması yapacağız. Partiye kayıtlı bütün üyelerin önüne sandığı koyacağız, siz kimi belediye başkanı adayı olarak görmek istiyorsanız gelin oyunuzu atın. Şu anda nüfusu 100 bini aşan yerlerde ayrıca anket yapılıyor. Bu anketlerde ayrıca bir belediye başkanı adayının ismi yok. Sadece şu soruluyor “Kimi belediye başkanı adayı olarak görmek istersiniz?” Şu anda bunlar yapılıyor. Stratejimizi belirledik, çalışmalarımızı yaptık, hem kendi belediye başkanlarımızın olduğu yerlerde hem de olmadığı yerlerde aynı yöntemle anket yapılıyor. Biz bu seçimleri bir milat olarak kabul ediyoruz, o yüzden bütün aydınları, bütün yurt severleri, bütün cumhuriyetçileri, bütün esnafı, köylüyü, emekliyi hem seçimlere katılmaya, hem de Türkiye’nin çıkarları bağlamında Cumhuriyet Halk Partisi’ne sahip çıkmaya davet ediyoruz. Biz bu ülkenin kuruluşunda harcı olan bir partiyiz. Biz ülkemizin bugün içinde bulunduğu çıkmazdan kurtulmasını isteyen bir partiyiz. Dış politikamızı sağlıklı bir zemine oturtmak durumundayız, bütün komşularımızla iyi ilişkiler içinde olmak durumundayız, içeride terörü sonlandırmak durumundayız, içeride yoksulluğu bitirmek durumundayız, ihracatımızı artırmak, katma değeri yüksek ürünler üretmek, üniversitelere özerklik vermek… Çünkü özgür bir üniversite üretebilir, bilim üretebilir, bilim üretmeyen toplum bilgi toplumunu yakalayamaz. O yüzden üniversitelere ağırlık vermek gerekiyor.
HÜSEYİN ASLAN: Ön seçimi partili üyelerinizin tamamıyla yapacağınızı söylüyorsunuz, bu durumda doğal olarak üyelerinizin duygusallığı ön plana çıkacaktır.
Halkın ne düşündüğünü nasıl belirleyeceksiniz, sizin için anketler mi daha belirleyici olacak, yoksa; kamuoyu araştırmaları mı daha belirleyici olacak?
KEMAL KILIÇDAROĞLU: Bunun için anketler yapıyoruz. Bizim üyeler sadece kimi belediye başkanı görmek istediklerine dair eğilimi ortaya koyacaktır. Ama şunu da söyleyeyim Cumhuriyet Halk Partisi üyeleri sağduyuludur. Kiminle daha çok oyu alabileceklerini daha iyi hizmet alabileceklerini bilirler. Kuşkusuz her aday değerlidir, hepsine bizim saygımız var ama sonuçta bizim üyelerimizin tercihinin büyük ölçüde doğru olacağı inancındayım. Delege ile yapsaydık pek çok dedikodu ya da tutarsızlık ortaya çıkabilirdi. Bütün üyelerle yaptığımız için büyük ölçüde sorun çözülüyor. Nüfusu 100 bini aşan tüm il ve ilçeler için bu söylediğim iki yöntem geçerlidir.
HÜSEYİN ASLAN: 2014 yerel seçimleri; yerel seçim boyutundan öte, bir genel seçim gibi, Türkiye’nin yol haritasını oluşturacaktır; siyaseti yeniden şekillendirebilecektir.
CHP; yaklaşık 15 ay sonra yapılacak olan yerel seçimlerde nasıl bir seçim kampanyası yürütecek?
KEMAL KILIÇDAROĞLU: Seçim stratejimizi belirledik, önümüzde Mayıs ayında İstanbul’da büyük bir Sosyal Demokrat Belediyeler Yerel Yönetim Fuarı açacağız. Cumhuriyet Halk Partili belediyelerin projeleri orada sergilenecek. Sonra bu fuarı büyük olasılıkla İzmir, Antalya, Eskişehir gibi yerlere de götüreceğiz. Halk Cumhuriyet Halk Partili belediyelerin ne tür hizmet verdiklerini öğrenmiş olacak. Size İstanbul örneğini vereyim. İstanbul’da halkın nefes aldığı, özgürlüğü tattığı yerler Cumhuriyet Halk Partili Belediyelerin olduğu yerlerdir. Bir yere gitmek, bir yerde yemek yemek istiyorsa Cumhuriyet Halk partili belediyelerin olduğu yerler tercih edilir. Ya Sarıyer, ya Bakırköy, ya Çatalca, ya Kartal vs. buralarda gerçek anlamda bir kentli alışkanlığı vardır, gerçek anlamda bir özgürlük vardır, gerçek anlamda doğa ile barışık ir kentleşme süreci vardır, yeşil alanın korunması, çocuk parkları yapılması, sosyal etkinliklerin yapılması, çocuklara, kadınlara yönelik ayrı projelerin geliştirilmesi Cumhuriyet Halk Partili belediyelerin geliştirdiği işlerdir. Ben bir belediyeden size şöyle bir örneği verebilirim. Örneğin Ankara Yeni Mahalle Belediyemiz TOKİ’den çok daha ucuz, çok daha nitelikli konutlar yapmaktadır, sizin yaptığınız gibi… Aynı zamanda Bakırköy Belediyemiz 1 TL’ye bütün Bakırköylülere sağlık hizmeti sunuyor. Sağlık Bakanlığı’nın verdiği hizmetten çok daha mükemmelini ayda 1 TL’ye veriyorlar. Eğer siz hizmet üretmek isterseniz bunların hepsini yapabilirsiniz.
HÜSEYİN ASLAN: Bu yerel seçimlerde 2009 seçimlerinde taahhütte bulunan belediye başkanları var. Seçim beyannamesinde birçok proje ortaya koydular. Bunların ne kadarının gerçekleştiğine ne kadarının gerçekleşmediğine bakılacak mı?
KEMAL KILÇDAROĞLU: Bir belediye başkanın en temel özelliği halkına hesap vermesidir. Çünkü seçmen kitlesi ile karşı karşıya eğer verdiği hizmetin karşılığını halktan alıyorsa belediye başkanı halkla barışık demektir. Karşılığını alamıyorsa o zaman arada bir sorun var demektir. Zaten kamuoyu yoklamalarında belediye başkanlarından memnuniyet de soruluyor. Bütün onların hepsinin tahlilleri yapılıyor.
HÜSEYİN ASLAN: Bir de İzmir’deki bir toplantı da Belediye Başkanlarını tarif ederken sabah saat 6’da sürekli halkın içinde olmasını, kahveye gitmesini, emekliyle konuşmasını, halka dokunmasını istediniz…
KEMAL KILIÇDAROĞLU: Bir belediye başkanı sürekli makamında oturmamalı. Halkın arasında olmalı, kahveye de gitmeli, esnafa da gitmeli, parkta da oturmalı, ev ziyareti de yapmalı, hastaneye de uğramalı, okula uğramalı, öğretmenlere sormalı okulun sorunu var mı yok mu diye. Çünkü belediye başkanı belde halkının en yetkilisidir. Belde halkının seçtiği kişidir artı belde halkına hesap vermek durumda olandır. Eğer bunu yapmazsa kendi görevini ihmal etmiş olur.
HÜSEYİN ASLAN: Son olarak kentsel dönüşümle ilgili birkaç şey sormak istiyorum. Şu anda Türkiye’nin gündeminde biliyorsunuz. Bir kanun çıktı ve o kanunda biliyorsunuz tartışılması gereken çok ama çok madde var. 13-14 tane kanunu yok sayabiliyor, tamamen Bakanlığa devredilebilen yetkiler var. İzmir içinde bu kentsel dönüşüm çok önemli. Gerçi biz Ege-Koop olarak İzmir’in 11 ilçesinde bunu uyguladık. Biz fiilen yaklaşık 28 yılda 11 farklı ilçede kentsel dönüşümü uyguladık. Kentsel dönüşümle ilgili görüşleriniz alabilir miyiz?
KEMAL KILIÇDAROĞLU: Kentsel Dönüşüm önemlidir. Kentsel Dönüşüm, kentsel dönüşüm yapılacak alandaki halkın bir başka yere sürülmesi değildir. Yerinde dönüşüm olması lazım. Sosyal donatı alanlarının orada olması lazım. Çünkü bir kent rant yaratır. Bir plan değişikliği de rant yaratır. Rantı, rantı yaratanlara vermeniz lazım. Hakça bölüşümün gereğidir o. Gecekondu bölgesi kentin merkezinde kalmıştır. O zaman oradaki insanları İstanbul’da yapıldığı gibi şehrin 20 km. ötesine atıp orayı kentin varlıklılarına veremezsiniz. Biz buna karşıyız.
HÜSEYİN ASLAN: Biz bunu hakikaten 11 ayrı projede uyguladık. Buralarda bir sorun yok. Altyapısı var, suyu var, kanalizasyonu var, sosyal donatı alanları var.
KEMAL KILIÇDAROĞLU: Bu 28 yılda halka güven verdiğiniz için böyle… Halk demek ki, size geliyor, size güveniyor, siz güveni istismar etmeden çalışıyorsunuz.
HÜSEYİN ASLAN: Son olarak söylemek istediğiniz bir şey var mı?
KEMAL KILIÇDAROĞLU: Bugün bir deprem yaşandı, İzmir’de hissetmiş, bütün İzmirlilere geçmiş olsun diyorum, Egelilere geçmiş olsun diyorum. Can mal kaybının olmaması bu işin en güzel yanı. Türkiye umarım daha şiddetli bir depremle karşılaşmadan kentsel dönüşümle depreme dayanıklı binalar yaparak hızla bu süreci atlatmış olsun.