İhsan Eliaçık, ‘Gezi Savunması; Neden Oradaydım’ başlıklı bir yazı kaleme aldı ve kendisine yöneltilen tüm suçlamalara yanıt verdi.
İşte o yazı:
Kiminden “Bendeki seni bitirdin”, kiminden “Güneş gibi doğdun gönlüme” şarkıları duymaktayım… Kimi tüm kitaplarını “yaz bana gönder” coşkusu içinde, kimi de “yak bütün hatıraları” modunda öfke kusuyor.
Peki, din düşmanları, darbeciler , dış mihrakların (3d) olduğu yerde ne işim vardı?
Nasıl oldu da “din düşmaları” ile birlikte oldum; camide içki içilmesine, başörtülülerin tartaklanıp üzerlerine idrar boşaltılmasına sustum, razı oldum?
Ulusalcısı, Ergenokoncusu CHP’lisi alayının toplanıp “darbe” tezgahladığı bir yerde nasıl yer aldım?
Koç’undan , Boyner’ine, CNN’inden, Alman ve İngilizine kadar faiz lobisinin ve “dış mihrakların” cirit attığı bir yerde ne işim vardı?
***
Cevabı çok basit; Bunların hiçbirine inanmadım, inanmıyorum.
Muktedirin dolduruşuna gelip bunlara inananlar, bizi çok ters bir yerde görebilirler, fakat ben onlar gibi düşünmediğimden bana gayet normal geliyor.
Bu konuda muktedir ve çevresi ile aynı düşünmüyoruz, onun millete “Yalan da olsa söyle, hoşuma gidiyor” modunda görkemli yalanlar söylediğini düşünmekteyim.
“Paranın dini imanı yoktur… Faiz bir dünya gerçeğidir… İstanbul’u finans merkezi yapacağız.” deyip daha 1.5 ay önce Borsa İstanbul’u “besmele” ile açan, “cesaret ödüllü”, “BOP eşbaşkanı” muktedir, 10,5 yıldır faiz lobisine zaten hizmet ettiğinden ve benim nazarımda tüm inandırıcılığını yitirmiş olduğundan bu yalanlara ne yazık ki karnım tok.
Hani denir ya “Sen onları külahıma anlat”
“Ayinesi iştir kişinin lafına bakılmaz.”
***
Eğer olayların arkasında ABD İsrail varsa, gariban çocukları toplayıp sorguya çekmek yerine, İsrail ile tek bir anlaşmayı iptal etsin, füze kalkanlarından bari ikisini ihtar niyetine söktürsün, madem olayların arkasında o var KOÇ’tan birini gözaltına alsın da görelim.
Alamaz, yapamaz. O ne yapar, hem de resmen ve alenen sponsoru KOÇ olan Türkçe Olimpiyatları’nda nutuk atar. Faiz lobisi Gezi’de değil; Türkçe olimpiyatlarındaydı. Sponsorlara hele bakın: Koç, Doğuş, Ağaoğlu, Asyabank, Ülker, Türkcell, Vestell…
70 yaşındaki annem bile 20 günün sonunda muktedirin yalan söylediğine ikna olduysa, eh siz de zamanla alışacak, sessiz sedasız bunların görkemli yalanlar olduğunu görecek ve fakat hiçbir zaman açıktan “Yalana inandık” diyemeyeceksiniz.
Üç büyük yalan vardı, ilk ikisi hayli görkemli:
Camide içki içtiler: Camide içki görüntüleri geçen cuma gösterilecekti, iki cuma geçti üçüncüsüne giriyoruz hala yok ve asla olmayacak çünkü yalan.
Bayrak yaktılar: 2010 yılına ait bir gösteriden apartılarak servis edildiği ortaya çıktı, TRT’de yayınlandı, ilkinde tarih yok, ikincisinde apar topar 31.05.2013 tarihi eklenmiş, kabak gibi sırıttı.
Başrörtülülere saldırdılar: Gezi’de öyle bir şeye rastlanmadı. 20 gün boyunca başörtülüler ile birlikte oradaydık, hiçbir şey olmadı. Kendisine saldırıldığı söylenen başörtülü kadının ifadeleri şüphelerle dolu. 100 kişi saldırdı deniyor, tek bir tutanak, ifade, gözaltı yok. Cep telefonu ile de olsa çekilmiş tek bir resim, video yok. Şüpheli bile yok. Kadının ekrana sırtı dönük konuşmaları var sadece.
Bunlara nasıl inanacağız?
Kanıt, delil, belge, şahit diye bir şey var. Muktedirin meydan üfürmelerinin hukuk ve adalet mantığı açısından hiçbir değeri yok. Bunlara sürüden ayrı yürümeyi beceremiyorsanız, muktedirden çıkarınız varsa ve tûl-i emelinizi (geleceğe dair beklenti; kariyer, rant,nema,maaş) onun varlığına bağlamışsanız inanırsınız.
***
Oysa bu yalanlar muktedirin piar çalışmasından başka bir şey değildi. İsyanın dindarları içine çekmesinin önüne geçmek için uydurulmuş palavralardı. 70’li yılların Demirelvâri anti-komünist CIA patentli propaganda çalışmasıydı. 70’li yıllarda olduğu gibi bugün de başarılı olmuştur, evet. Milyonlarca kişi 70’li yıllardaki gibi bu yalanlara inanmıştır.
Evet milyonlarca kişi… Milyonlarca kişi 560 yıldır sahabeden Eyyüp el-Ensari’nin Eyüp Sultan Cami’ndeki türbede yattığına inanıyor, akın akın oraya gidiyor, halbuki orada öyle bir sahabe yok, hiç olmadı. Bunu konunun uzmanları bilir ama söyleyemez. Siyaset, parti, cemaat, örgüt, kurumsal din, tapınak mantığı burada susar, susmak zorundadır aksi halde kendi kuyusunu kazmış olur. Bu gibi yerlerde yalnızca hakikatin namusu konuşabilir.
Camide içki, bayrak yakma, başörtülüye saldırı gibi olaylar eğer orada (Gezi’de) olsaydı buna ilk tepkiyi koyacak yine bizler olurduk ve bunun yeri de yine Gezi Parkıydı. Nitekim Miraç gecesinde ABD ve İsrail bayraklarının yakılmasına engel olundu. “Eylem biçimi” gayet eski ve barışçıl olmadığı için. Evet, hiçbir milletin bayrağı artık yakılmamalı. Keza direnişe katılan Böşörtülüler Dolmabahçe’den Taksim’e başörtülülere saldırı haberlerinden duyduklarını rahatsızlığı ifade etmek için yürüdüler. Keza “Çapulcular”ın tamamı, evet tamamı bu tür haberlerden çok rahatsızdı.
***
Şimdi “Neden oradaydım?” sorusunun cevabını maddeler halinde sıralayayım…
1- Her dönemde iktidarın sopası kimin tepesine iniyorsa orada oldum. 28 Şubat’ta iktidarın sopasını yiyenler İHL önlerindeydi, ikna odalarındaydı, ben de oradaydım. İktidarın sopasını tutup “Vurmayın, çocukları rahat bırakın, çekin elinizi” diye onlarca eyleme katıldım, bilfiil içinde yer aldım, 30 ayrı davadan yargılandım. Hiç birinden pişman değilim, yine olsa aynı yerde olacağımdan hiç kimsenin şüphesi olmasın.
2- Gün oldu devran döndü, iktidarın sopasını yiyenler bu sefer baktım ki Gezi parkında. Fakat sopa “bizimkilerin” elinde ve sopayı yiyenlerin içinde 28 Şubat’da sopayı bize indirenler var. Ne yapacaktım? Yine “Vurmayın, çocukları rahat bırakın, çekin elinizi” mi diyecektim, yoksa devran değişti, şimdi durum başka, bizim mahalle iktidarda, zaten onlar da bize çok çektirmişti mi diyecektim. Eğer böyle dersem kendimle, öbür türlü dersem kendi tanıdıklarımla, 30 yıllık arkadaşlarımla çelişecektim. Ve ben oyumu felaketten yana kullandım. Neye mal olursa olsun bir “ilkenin” yanında durdum. Bu ilke “Mazluma kimliği sorulmaz” ilkesiydi. “Onlar mazlum değil; çapulcu” itirazı, aynen 28 Şubat’takine benzemekteydi; “Onlar mazlum değil; irticacı”. 30 ayrı mahkemenin çoğu İHL önlerinde bekleşenlerin, ikna odalarında alınan başörtülülerin irticacı, yarasa vs. değil basbayağı mazlum, mağdur olduğunu savunmakla geçti. Bu yaman çelişkide bir karar vermem gerekiyordu ve ben oyumu felaketten yana kullandım Seyda…
3- Bir çoğunuzun gözünde darbecilerin, din düşmanlarının, dış mihrakların yanında duruyor gibi göründüm. 28 Şubat’ta da dış mihrak İrandı ve ondan para almakla itham edildik, irticai kalkışmaya katılmakla yargılandık. Şimdi de darbeci, Kemalist kalkışmaya destek vermekle itham ediliyoruz. Nasıl ki 28 Şubat’ın üzerinden sis perdesi kalktıkça ne İran, ne irtica, ne yarasa hepsi uçup gitti, geriye sadece o “ilke” kaldı, bugün de öyle olacak. Yaftalar, ithamlar, kışkırtmalar, aşağılamalar, yargılamalar uçup gidecek, geriye hep yine o “ilke” kalacak. İlkenin yanında durmak, kişinin kendine, geçmişine, davasına sadık kaldığının göstergesidir. Devran değişmekle, alttan üste, ezilmekten ezme makamına geçmekle değişilmediğinin göstergesidir. Elimize geçenle şımarmamak, elimizden gidenle de üzülmemek için böylesi saf ve hesapsız duruşlar şarttır. Siyaset arenasının ve bu kahpe devranın bu katar saflığı ve hesapsızlığı kaldırmaması beni ilgilendirmiyor Hacı abi…
4- Velev ki dış mihrakların, din düşmanlarının ve darbecilerin emellerine alet olduk-ki buna asla inanmıyorum- niyetimiz o olmadığı için, o “ilkenin” hatırına duruşumuza saygı gösterilmeli. “Bir ilkeye inanmışlar ama etraflarını göremediler, o ilke uğruna kendilerini ateşe attılar, sırf bunun için saygıya layıklar” denilmeli değil mi? Bu kadarını da demeyecek misiniz aziz ve muhterem cemaat-i Müslimin?
5- Eğer Gezi’de hiç kimse olmasaydı bile ben olurdum. Tek başıma iktidarın inen sopasını tutar, “Yapma” derdim. Orada geçmişte bize sopa indirenler olsa bile yine olurdum. İleride iktidar sopası eline geçince aynısı yapacak olanlar oradan çıkacak olsa bile yeni orada olurdum. Vicdanının götürdüğü yere gitmek böyle bir şey. Bu, siyaset, parti, mahalle, cemaat, örgüt vs. mantığıyla hareket edenlerin anlayabileceği bir şey değil. O nedenle kendinizi fazla zorlamayın, sadece insaflı olun, insaf herkese lazım Seydalar…
6- Türkiye’de bir mahalle geliyor, iktidarı ele geçiriyor, kendi sınıfını yaratıyor, diğer mahalleyi ötekileştiriyor, sonra öteki geliyor yine yeniden aynı şey olup duruyor. Bunu bir yerden kırmak, çatlatmak gerekiyordu. Ayırım dindar-dinsiz, modern-muhafazakâr, Türk-Kürt, Alevi-Sunni ekseni üzerinden değil; iktidar-vatandaş (ezen-ezilen) ekseni üzerinden yapılmalıydı. İktidar zulmediyorsa, zulme uğrayanın (ezilenin) dinsiz, modern, Kürt, Alevi, sosyalist vs. olduğuna bakılmaksızın yanında olmak, zulme kayan iktidarın da (ezenin) kendi dininden, mahallesinden olup olmadığına bakmaksızın karşı çıkmak gerekmekteydi. Ve bunu iktidarla aynı mahalleden olanların yapabilmesi gerekiyordu. Bunun için gidip Gezi’de Miraç kandilinde Kur’an okuyup dua ettik, iki kez Cuma namazı kıldık, mescit açtık. Bilfiil direnişe katıldık. Çünkü İslam’da söz konusu olan adalet-zulüm meselesi ise Müslüman olmak ya da olmamak bir anlam ifade etmez. Müslümanın zulmüne karşı çıkmak da farzdır ihvanlar…
7- İnsanlar iktidar partisine oy vermeye devam ettiği halde, bazı konularda iktidarla tersleşebilir, ona katılmayabilir, sonraki seçimlerde de yine oyunu vermeye devam edebilirdi. Namaz kılanın namaz kılanla, başörtülünün başörtülüyle tersleşmesi, karşı karşıya gelmesi mümkündür. Her konuda iktidarın arkasında durulacak diye bir şey olamaz. Her konuda iktidara karşı çıkılacak, yaptığı her şeye ama her şeye ters gidilecek diye de bir şey de olamaz. Yapılan yollara, hastanelerin iyileşmesine, dar gelirlilerin durumunun düzeltilmesine sırf iktidardır diye karşı çıktığımı hiç hatırlamıyorum. Ama Allahaşkına bir AK-Partili park konusunda, ağaçların kesilmesi meselesinde oy verdiğim partiyle aynı düşünmüyorum diyemez mi? Ayrı düştüğünde dış mihrakların oyununa neden gelmiş olsun, darbecilere neden alet olsun, din düşmanlarının ekmeğine neden yağ sürmüş olsun muhteremler…
8- “İlk başladığında iyiydi, ama sonra işin seyri değişti, uluslararası komplolar devreye girdi, asıl niyet başka, hükümeti yıkacaklar” mazereti, “Ninemde böşörtülüydü, ama bunların niyeti başka, asıl niyetlerini gizliyorlar, cumhuriyeti yıkacaklar” mazeretine ne kadarda benziyor, iktidar nasıl da içine gireni kendine benzetiyor, görün, ibret alın mücahitler…
9- 28 Şubat mantığı tam da buydu. Resmi törenleri eleştirdim, asıl niyeti başka dediler, cumhuriyeti yıkmaya teşebbüs ile yargılandım. Ağaçları kesmeyin dedim bu sefer de din düşmanları, darbeciler, dış mihraklarla birlik oldun, asıl niyet başka diyorlar… İşte klasik iktidar (tağut) mantığının hiç değişmediğinin, devletin temel davranışlarında bir değişme olmadığının gösterilmesi için Gezi eylemelerine, iktidarla aynı iklimlerden gelen birilerinin katılması ve bunun cümle aleme gösterilmesi gerekiyordu ey ‘Yoldaki İşaretler’ ile diz çürütmüş arkadaşlar…
10- Ve nihayetinde bir Gezi ruhu oluştu ve bu geleceğin Türkiyesi idi… Bu ruh cumasız, duasız, Kur’an’sız, mescitsiz olmazdı. Aksi halde kesinlikle eksik kalırdı, böyle olursa tam Türkiye fotoğrafı tamamlanıyordu. Gezi’dekilerin dine saygısı en azından dine ilgiye dönüştü. Orada olmamız onun için de faydalı olmuştur, çok muhterem ‘tebliğci’ kardeşlerim…
***
Gezi eylemlerine neden katıldığımı, bizi seven, yazılarımızı okuyan, takip eden ve bu tutumumuza anlam veremeyenlere, açıklama ve hesap verme mahiyetinde sıraladım. Durum bundan ibarettir, Allah biliyor, niyetimiz, kastımız bunlardan başka bir şey değildi.
Sürç-ü lisan ettik ise affola…